POSTMODERNİ POSTMODERN YAPAN ECZA

Cemal Şakar

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Ülkemizde postmodernizm 1980’lerden sonra sanatta ve edebiyatta ağırlığını hissettirmeye başladı ve sonraki yıllarda bu etki artarak devam etti. Önce eserler verildi, kuram ve eleştiri de eserleri takiben doğdu. Bu tartışmalara bağlı olarak postmodern edebiyatın nitelikleri neredeyse kesinlik derecesinde saptandı. Üstkurmaca, metinlerarasılık, parodi, pastiş, yazarın metne müdahalesi, mutfağın okura açılması ve okunan metnin kurmaca olduğunun göze sokulması, görecelik, anlam bütünlüğü yerine anlamın parçalanması vs. ilk akla gelen nitelikler arasındadır.

    Postmodern edebiyatın nitelikleri saptandıktan sonra kimi eleştirmenler edebiyat tarihi boyunca geriye bakarak Ahmet Mithat’ı hatta modern romanın kurucusu kabul edilen Cervantes’i de postmodern romancılar olarak ilan ettiler. Aslında ilk bakışta postmodern edebiyatın genel niteliklerine romanın bidayetinden beri birçok romancıda rastlamak mümkündür. Özellikle roman bağlamında söz konusu nitelikler zaten türün neredeyse doğasıyla ilgiliydi ve birçok romanda bunlar hep olageldi. Sadece bir dönem modernist estetiğin ilkelerine sıkıca bağlı kalınması nedeniyle bu tür romanlar görmezden gelindi ya da modernist estetiğe uymadığı için dışarıda tutuldu.

    Postmodern estetik yüksek estetik ile kavgaya tutuşup popüler olanı bir şekilde sanatla buluşturunca kanon dağıldı ve dışarıda tutulan birçok roman edebi kamunun dikkatini çekti. Üstelik bu dikkat çekişle birlikte söz konusu romanlar postmodern estetiğin verdiği cevazla birlikte kurucu, öncü romanlar muamelesi görmeye başladı. Postmodernizmin en azından metinlerarasılık, parodi, pastiş bağlamında da olsa geleneksel metinlere dönmesi, onları yeniden gündeme taşıması, gelenekle bağ kurmak, geleneğin canlanması olarak değerlendirilmesinin de önünü açtı. Böylelikle modernizmin gelenekle arasında yükselttiği duvarlar yıkılmış olacaktı. Özellikle tarihteki olaylar, kurmaca ya da tarihsel kişiler birden romanların figürleri hâline geliverdi; ama kendileri olarak değil, postmodern estetiğe boyun eğmiş parodisi yapılan olaylar ve kişiler olarak.

    Cervantes’in ya da Ahmet Mithat’ın kuruculuğundan, öncülüğünden elbette şüphe edilemez; buradaki sorun postmodern edebiyatın nitelikleri belirince aslında bunların postmodern romanın da kurucuları olarak ilan edilmesinde. Böyle yapılmakla aslında bu romancılara dahi payesi verilmeye çalışıldığı açıktır, ama postmodernistlerin dahilikle sadece dalga geçtiklerini unutmamak gerekir. Aslında burada bizim meselemiz kimlerin dahi olup olmadıkları ya da postmodernistlerin birçok değeri alaya alması değil; meselemiz Ahmet Mithat’ı postmodernist ilan ederken neleri ıskaladığımızdır.

    Mesela Orhan Pamuk postmodern bir romancıyken, romanları benzer nitelikler taşıyan Ahmet Mithat niye postmodern değildir? Bir romanı postmodern yaparken diğerlerini dışarıda tutan ecza nedir?

    Burada öncelikle postmodern düşüncenin diğer düşünce sistemlerinden hangi yanlarıyla ayrıldığına bakmak gerekir. Modernlik sürüp giderken, ne oldu da birden postmodern olandan söz edilir oldu? Elbette birçok unsurdan söz edebiliriz, yeni bir durumun ilanı için öncelikle öncesinin ölümünün ilan edilmesi gerekir; o hayatiyetini sürdürürken yeni bir durumdan söz edilemez. Postmodern durum büyük anlatıların ölümünü ilan etmekle aslında kendini, yeni durumu da ilan etmiş oldu. Hızla hatırlayalım; büyük anlatıların ölümünü ilan etmek, Hakikatin ölümü anlamına geliyordu. Biz buna inanç yitimi, vahyin inkârı da diyebiliriz. İnsanın bağlandığı Hakikat olmayınca olaylar ve olgular da izafileşir. Vahyin inkârıyla birlikte bütünlük parçalandı, ilahi uyum yerini kaosa, belirsizliğe bıraktı. Parçalılık, eklektizm gibi unsurlarla birlikte âlem yeniden öznel bir şekilde kurgulandı. Bir yandan olaylar ele avuca gelmez, bakılan yere göre değişen bir yapı arz ederken; diğer yandan yazar da kendini bir büyük anlatıya bağlamayınca pozisyon alamaz oldu. Oysa olayları ve olguları değerlendirmek pozisyon almayı zorunlu kılar; böylesi bir tutum olmayınca her şey edebiyatın elinde oyun, eğlence ve zevke dönüştü.

    Modernler Tanrı’yı öldürürken, postmodernler insanı öldürdü. İnsan şahsiyet sahibi bir varlık olma statüsünü kaybetti ve bir anti-insana, anti kahramana, “her şeyin mümkün olduğu insan”a, “niteliksiz insan”a dönüştü. İnsanın geleneksel ontolojik bağları berhava edilince geriye kalan niteliksiz insan, çevre felaketleriyle beslenen bir kıyametin ortasında kalıverdi. Ütopya geri çekildi, distopya baş tacı edildi. Postmodern durumun sonuçlarını Afaq Esedova’dan (Edebiyatlaşan Dünya, Kabalcı yay. İstanbul 2015) bir alıntıyla özetleyelim: “Yeni durumda, yeni dünyada gerçek dünya kendi değerini yitirir, onun hakkında olan öznel tasavvurlar gerçeküstüleşir, ideal dünya ise idealliğini yitirir. Allah tarafından terk edilmiş, manasını yitirmiş absürt dünya, boş gökyüzünün altında kalmış eşyalar, bölünmüş bütünlüğün parçaları ve ‘kendi kendinin nedeni’, ‘kendi kendinin sınırı’ olan sanatçı ‘ben’i yeryüzünü terk eden Allah’a karşı durarak bütün varlığı yeniden söküp kurmak, kâinatın yaratıcısı ve düzenleyicisi görevini üstlenmek ister. Bin yıllar boyunca oluşan değerlere şüphe ve yeniden değerlendirme ile bakılıyor” (s. 16-17).

    Bugün Ahmet Mithat’ı ya da Cervantes’i postmodern romancı olarak ilan etmek; postmodern estetiği, postmodern düşünceden ayırmanın, ayrı düşünmenin sonucudur. Estetik ilkelerin değişmesi, yeni sanat anlayışlarının ortaya çıkması mutlaka hayatın, toplumsal koşulların değişmesiyle ilgilidir. Sanat anlayışları toplumsal koşullardan, gelişmelerden bağımsız olarak değerlendirilemez. Modernite ile modernizm arasındaki organik bağ aynıyla postmodernite ile postmodernizm için geçerlidir.

    Her zaman bir büyük anlatıya bağlı kalmış, buna göre pozisyon almış ve modern bir refleksle de olsa kendini hâce-i evvel olarak tanımlamış Ahmet Mithat’ı bugün postmodern romancı olarak ilan etmek, onun bütün emeklerinin boşa gitmesi demektir. Elbette o da kimi romanlarında oyunu, eğlendirmeyi, zevki öne çıkarmış olabilir, ama bunu yaparken bile insanlara bir hakikati anlatma, aktarma derdinde olmuştur.

    Bugünün verileriyle edebiyat tarihi boyunca geri dönüp birtakım yazarları postmodern ilan etmek onların bağlandığı hakikatin üzerini örtmek anlamına gelmektedir; değilse en basitinden naifliktir.