Kültürümüzün Taşıyıcı Sütunu Almanya’daki Türk Edebiyatının Geçmiş Evreleriyle Geleceğine Bakış

Kadri Akkaya

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Almanya’daki Türk Edebiyatını edebiyat kamuoyunda sadece “Gurbetçi” söyleminin ilerisinde, bu yeni coğrafya ve dönemdeki kalıcı söz ve yazın varlığımızı sürekli takip eden, değerlendiren çok az edebiyat eleştirmeni ve akademik edebiyat araştırmacısı olması bir derdimiz; kültürden sorumlu karar verici makamların ilgisizliği ise bir başka büyük derdimiz. Vakıf kültür değerimizi yaşatmanın ülkü sahibi örneği olma isteğindeki edebiyatsever girişimcilere ve sorumlu kurumlara önbilgi niyetine; kültürümüzün en önemli taşıyıcı sütunlarından biri olan edebiyatımızın Almanya’daki önemli geçmiş evrelerini, unutulmaması gereken isimleri, eserleri ve bu eserlerin sahiblerini tespit ederek Almanya’daki Türk Edebiyatının geleceği konusuna ışık tutmak istedik.

    Konuya girmeden, iki kelimeye, yani “Gurbetçi” ve “Türk” kavramlarına şöyle bir duyarlılıkla bakılmasını arzu ederek başlayalım: Almanya ile Türkiye arasında İşgücü Andlaşması neticesinde buraya göçerek yerleşmiş insanlarımızın hepsini “Türk”lük vurgusuyla adlandırmak yerinde olsa gerek. Saygın Alman kurumları, Almanya Türklerini her ne kadar Türk, Kürt, Çerkez; Alevi, Sünni ve sair kategorilerine ayırsa da; Almanya kamuoyundaki yaygın kanaat gibi, ve bu kanaatın uç sesi kültür ırkçısı NSU örgütünce seri bir şekilde öldürülen sekiz Türkiyelinin değişik etnik ve dinî kökenlerine bakılmadan salt “Türk” olduklarından dolayı öldürülmüş olması gibi. Yani, tıpkı bin yıldır Anadolu’ya “Turkia/Türkyurdu” dendiği ve bu anlayışın Almanya’daki Türkiye kökenli tüm insanlar için hâlâ kullanılıyor olduğu gibi. İsmimizi ne kadar kâbul etmek istemesek de –ki bu adlandırma yüzyıllar sonra ilk kez 1923’de kabullenildi- bu üst aidiyetimizin bize hep hatırlatıldığı gibi.

    Tüm zorluklara rağmen yaşanılan mekânın artık vatan yapılmaya çalışıldığı, yarım asrı geçmiş bir süreç sonunda bu insanlara hâlâ “Gurbetçi” demek, onların toplumsal nesnellikten toplumsal öznelliğe geçişlerine yardım etmeyen bir bakış açısıdır. Dört nesildir yaşanılan toplumda doğan, orada sosyalleşen insanların hâlâ “Gurbetçi” görülmesi isabetli bir bakış açısı olmasa gerektir. Almanya Türkleri artık sosyolojik bir olgu, dolayısıyla Almanya Türk Edebiyatı da kültürel bir olgu ve zenginlik.

    Nasıl ki çoğunluğun Almanca konuştuğu ülkelerin dışındaki coğrafyalarda, örneğin Macaristan, Romanya ve Rusya’da Alman Edebiyatı’ndan bahsediliyorsa; çoğunluğun Türkçe konuşmadığı ülkelerde, özellikle Almanya’da yadsınamayacak Türk toplumunun ürünü olan Almanya Türk Edebiyatı da toplumsal ve kültürel bir gerçeklik.

    Almanya’daki Türklerin ve onların edebiyatının temelleri Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine dek götürülebilir. Ancak ilk sembol Selçuklu sipahisi Selim Zoldan’ın ve onunla beraber ya da ondan sonra çoğunun güney Almanya dolaylarındaki, kiminin de Berlin ya da Hannover gibi kentlerdeki esir olarak yaşamları zamanından kalmış birkaç istida mektup örneğinden başka şimdilik arşivlerde bir şey yok. 14. ve 15. yüzyıllarda Almanya’ya esir olarak getirilen Müslüman çocukların çoğunun ya da bazı sipahilerin vaftiz edildikten sonraki asimile olmuş yaşamlarında, getirdikleri kültürden kaybolmadan kalan birkaç özelliği bugün dahi görmek mümkün: Bir zamanlar ataları Osmanlı sipahisi olan ünlü bir Alman tarihçinin ailesinde olduğu şekilde, neredeyse 400 yıla yaklaşan bir zamandan beri erkek çocuklarına Almanca isim yanında sürekli Haydar ön ismini de koymuş olmaları gibi.

    Türkçeye henüz “Marş, marş!” gibi Almanca kökenli kelimeler girmeden önce “Yogurt” sözcüğü ya da Köşk’ten ilham “Kiosk” diğer Türkçe kelimelerle beraber Almancada kalıcı olduğu gibi, edebiyatımıza ilgi ve onun kimi özellikleri Almanya’ya Türklerin işçi göçünden yüzyıllarca önce göç etmiş diyebiliriz.

    Günümüz Türkçesiyle 2015’de tıpkıbasımı yapılan Dede Korkut’un nadir nüshalarından biri yüzyıllardır Dresden kent kütüphanesindeydi. Latifi tezkiresinde, Türkçe yazılmış en güzel “Yusuf-u Züleyha” olarak takdim edilen Ziyai Yusuf’un 16.yy’da kaleme aldığı ve günümüze ulaşabilen tek Mesnevi nüshası Almanya’daki başka bir kütüphanede edebiyatımızın cazibesini yayıyordu. Yine Yunus Emre’nin ilahilerinin, işçi göçünden beş yüz yıl önce Almanya’daki kalemiye sınıfınca iyi bilindiği günümüzde az bilinir: Georg von Ungarn Anadolu’nun köylerinde yirmi bir yıllık zoraki yaşamının akabinde ülkesine döner dönmez 1480’li yıllarda yayımladığı hatıralarında, Anadolu’da bir zamanlar, “Yûnus bu sözleri çatar halka ma’ârifet satar / Kendüsi ne kadar dutar söyledügi yalanı gör.” söyleyişiyle seslendirilen ilâhiyi akademi dili Latince uyarışıyla, “Jonus bii czusleri tsattar, halka moriffet satar / Gendiczi ne kadar dutar, czoledigi ialani goer.“ şeklinde yayımlar.

    Almanlar ile Osmanlı’nın tam bir asır önce I. Dünya Savaş’ında ortak olmaları öncesi ve esnasında oryantalistlerin ilgisi Türkçeden Almancaya sırf akademik çeviri uğraşlarından çıkarak gittikçe edebi konu ve türlerin Almancaya çevirilerine de yönlenmiş. Yine de Türk Edebiyatından ilk çeviriler daha çok silah arkadaşlığının gelişmesine yardım eden uğraşlar: Mehmet Emin Yurakul’dan şiirler, Halide Edip’den Yeni Turan çevirisi bunlara örnekler. Namık Kemal’ın Vatan Yahut Silistre adlı eseri ya da Ömer Seyfettin’den hikâye çevirileri geçen yüzyılın başlarındaki muhtemel “ortağın” edebiyatına ilginin diğer örneklerini teşkil ediyor.

    Edebiyat araştırmacılarının kapsamlıca ilgilenmesi umuduyla Türkçeden Almancaya önemli edebiyat tercüme eserler ve antolojiler listesi şöyle verilebilir: Kara Fazlı’nın Gül-ü Bülbül’ü Rose und Nachtigal adıyle 1834 yılında, J. V. Hammer-Purgstall tarafından; Meisters Nasreddins Schwaenke adıyle, 1855 yılında W. V. Camerloher tarafından Nasreddin Hoca’dan fıkra seçkileri; Battal Gazi’nin uzun halk hikâyeleri Die Fahrten des Sajjid Bathal ismiyle 1871 yılında H. Ethe tarafından ve 1908-1911 yıllarında Baki Divanı’nın hepsi Rudolf Dvorak tarafından tercüme edildi. J. Ignacz Kunos 1905 yılında İstanbul Masalları seçki tercüme antolojisi; 1913 yılında Ahmet Mithat’ın Eyvah adlı drama tiyatro eseri; 1916 yılında Friedrich Schrader tarafından Yeni Turan roman çevirisi; Habib Edib’in 1917 yılında Potsdam’da Türkçeden Hikâyeler çevirileri; 1918 yılında Halid Ziya’dan roman çevirisi; Otto Spies’den 1920 yılında başka bir Nasreddin Hoca fıkra çevirileri; 1923’de Heinrich Donn’un Halide Edib’in Ateşten Gömlek romanının çevirisi; 1933 yılında Müfide Ferid’in Affolunamayan Günah’ının çevirisi; Annemarie Schimmel’den 1947 yılında Nur Baba romanının Flamme und Falter adıyle tercümesi; 1954 yılında F. V. Rummel’in Unser Guter Fehim Bey adıyle Fehim Bey ve Biz roman çevirisi; 1958 yılında J. Hein tarafından Dede Korkut kitabı çevirisi; 1959 yılında Nazım Hikmet’in şiirlerinden şeçkiler ve yine 1960 yılında Doğu Berlin’de ondan bir tiyatro çevirisi; 1962 yılında Yaşar Kemal’in Teneke romanının W. Brands tarafından UNESCO desteğinde Anatolisches Reis adıyle çevirisi; 1963 yılında N. Hikmet’ten (bu kez Batı Almanya’da) şiir tercümeleriyle, 1965 yılında Aziz Nesin’den Zübük roman tercümesi; Orhan Veli Kanık’ın Garib adlı şiirlerinin tamamının Yüksel Pazarkaya tarafından 1984 yılında çevirisi; 1971’de yine Yüksel Pazarkaya’nın Mordern Türk Şiirlerinden Örnekler şeçki tercümeleri; Yağmur Atsız’dan 1976’da Türk Edebiyatından Seçmeler ve Alman Edebiyatındaki Türkiye İzlenimleri adlı antoloji; A. Schimmel’in 13. Yüzyıldan Günümüze Türkçe Şiirler (1986) seçkileriyle, yine onun 1989 yılındaki Wanderungen mit Yunus Emre adlı tercüme antolojisi; Beatrix Caner’in 2001 yılındaki Ahmet Hamdi Tanpınar’dan Sommerregen çevirisi ve TEDA destek proje çerçevesinde 2008 yılında Sabine Adatepe tarafından Mustafa Kutlu’dan Sternenstaub adıyle çocuk öykü çevirisi.

    Türk kültürü ve edebiyatıyla Almanca akademik uğraşının ve tercümelerin köklü tarihi temellerine şu önemli akademisyenler katkıda bulundu: Johannes Leunclavius (1541-1594), H. Megiser (1554-1614), Johan D. Schieferdecker, H. F. Von Diez (1751-1817), Freiherr von Hammer-Purgstall (1774-1856), Wilhelm Radloff (1837-1918), Martin Hartmann (1851-1919), Oscar Rescher (Osman Reşer 1883-1972), Karl Steuerwald (19051989), Otto Spies (1901-1976), Horst Wilfried Brands (1922-1998) ve 2010 yılında ölen H. Ahmed Schmiede ile 2003 yılında vefat eden Annemarie Schimmel.

    Günümüzde yaşayan Türkolog ya da Türkçe edebiyat tercümesiyle uğraşanlara ise Erika Glassen, Cornelius Bischoff, Beatrix Caner, Marc Kirchner, Catharina Dufft, Monika Carbe, Barbara Yurtdaş ve Özgür Savaşcı ya da Sevgi Ağcagül örnek gösterilebilir.

    Bugüne kadar Almanya’daki geniş kamuoyunda hâlâ hakkıyle ve geniş yelpazesiyle tam bilinmeyen Türk Edebiyatını yakın geçmişte kendi açılarındaki tercüme yayınları ile tanıtanlara Literaturca, Ararat, Express Edition, Dağyeli ve Önel gibi küçük ölçekli diğer yayınevleri örnek verilebilir.

    2008 yılında Frankfurt Kitap Fuarı’nda Türkiye’nin onur konuğu ülke olması vesilesiyle Robert-Bosch Vakfı “Türkische Bibliothek” projesine fon sağlamış ve 2005 ile 2010 arasında, Unionsverlag tarafından 20 eserin yayınlanmasını sağlamıştır. Hülya Adak, Halide Edip Adıvar, Adalet Ağaoğlu, Sabahattin Ali, Oğuz Atay, Yusuf Atılgan, Leyla Erbil, Aslı Erdoğan, Memduh Şevket Esendal, Ayşe Kulin, Murathan Mungan, Hasan Özdemir, Ahmet Hamdi Tanpınar, Hasan Ali Toptaş, Ahmet Ümit, Halid Ziya Uşaklıgil ve Murat Uyurkulak bu vesileyle Almancaya tercüme edildi. Bunlar ve 1970’li ya da 1980’li yıllardaki çeviriler de, ne zamanının kitap piyasasını ne de Türk Edebiyatının geniş yelpazesini temsil etmiyorlar.

    Türkçeden Almancaya edebiyat çevirilerini değerlendirirsek, 19. yüzyılda toplam 130 çeviri olduğunu tesbit edebiliriz. Diğer çeviri evresi ise 1962’de Yaşar Kemal’in Teneke romanının Anatolischer Reis adıyla, Nazım Hikmet’in şiirlerinin In Jenem Jahr 1941 adıyle (1963) ve 1965’de Aziz Nesin’in Zübük romanın çevrilmesi dönemidir.

    2000’lerin ikinci yarısından sonra çevrilmeye başlanan çok sayıda Türkçe kitabın yayımlanmasına ise şu önemli üç faktör sebep oldu denebilir: Birincisi; 2005’den bu yana Türkçe Çeviri Projesiyle (TEDA) 162 kitabın (750 kitabın %22’sinin) Almancaya çeviri desteği almış olması; ikincisi, Orhan Pamuk’un Nobel ödülü alması ve üçüncüsü ise Türkiye’nin 2008’de Frankfurt Kitap Fuar’ına onur konuğu ülke olarak katılmış olması.

    TEDA Çeviri Destek Projesi dışında Almanca ile Türkçe arasında karşılıklı çeviriye destekler kendini kurumsal olarak her yılın güz mevsiminde Tarabya Çeviri Ödülü ile gösteriyor. Her yıl 7.500 € olarak belirlenen “Büyük Ödülü” en son 2014 yılında çevirmen ve akademisyen Gürsel Aytaç aldı.

    I. Dünya Savaşı’nda Rusya, Fransa ve İngiltere safında savaşırken Almanlara esir düşmüş Müslüman askerlere “ümmet şuuru” vermek için Berlin’e gelen ve orada üç ay kalan Mehmet Âkif, Berlin Hâtıraları adlı şiirinde Almanya’yı Türkiye ile kıyas etmesi, yazarlarımızın Almanya’ya işçi göçünden önceki ilgisine ilk örneklerden biridir. Âkif gördüğü otelleri, kahvehaneleri ve yolları İstanbul’dakiler ile karşılaştırır:

    “Çamur bu beldede âdet değil ne kış ne yaz / Geçende haylice kar yağdı Berlin’in içine / Bıcık bıcık olacakken yer takır takırdı yine!” Çok uzun şiirin başka bir bölümünde Alman bir anneye hitaben: “…Hesaba katmıyorum şimdilik bizim yakada / Sönen ocakları; lakin zavallı Afrika’da / Yüz elli bin kadının tütmüyor bugün bacası…” diye seslenerek o ortaklığın hiç de katlanılmayacak sonuçlarını sıralar.

    Sabahattin Ali de iki yıl Berlin’de tahsil için kalmıştır. Onun Kürk Mantolu Madonna’sı (1943) Almanya’ya işçi göçü öncesi edebiyatımıza başka bir iyi örnek. Bu uzun hikâyenin kahramanları üzerinden her iki toplumun sosyal ve kültürel değişimlerinin anlatımı gerçekten edebi ustalık örneğidir.

    Esad Bey nam-ı diğer Kurban Said’in Das Mädchen vom Goldenen Horn (1938) / Haliç’in Kızı (1964) adlı romanı; Osmanlı paşa babası ile beraber İstanbul’dan Berlin’e göçmek mecburiyetinde kalan roman kahramanı Aziyade’nin, yıllar sonra hem göç hem de yaşanılan yeni topluma uyum sorunlarını da içeren ve Türklerin Almanya’daki ilk Almanca edebiyat eserleri kategorisindendir. Onu şimdi başta Feridun Zaimoğlu olmak üzere Almanca yazan diğer Türk kökenli yazarlar takib etmekte.

    İşgücü göçü sonrası ortaya çıkan Türklerin Almanya’daki edebiyatının temel örneklerini söyle sıralayabiliriz: Almanya Almanya adlı kitabıyla Nevzat Üstün, Türkler Almanya’da ile Bekir Yıldız; Mecbur Ettiler ve Türk’ün Almanya Çilesi adlı eserleriyle Fahri Özcan, Bekleyen Tren adlı tiyatro oyunuyla Yüksel Pazarkaya ve İki Dünya Arasında romanıyla Mehmet Niyazi Özdemir. Aras Ören’in Berlin Üçlemesi, Güney Dal’ın E-5 adlı romanı. Fürüzan’ın bir yıllık Alman Kültür Değişim bursu çerçevesinde kaldığı Berlin, onun Yeni Konuklar, Ev Sahipleri ve Berlin’in Nar Çiçeği adlı eserlerine vesile oldu. Gülten Dayıoğlu’nun çocuk ve gençlere yönelik Yurdumu Özledim adlı eseri ise göçmenin sılasına geri dönme arzusuna değinen uzun bir hikâye. Daha sonra, Yemen Nire Almanya Nire adlı kitabıyla Sadık Fehmioğlu, Almanya’da Yirmi Ay adlı kitabıyla Mehmet Çakan, Fikrimin İnce Gülü adlı romanıyla Adalet Ağaoğlu, hikâyeleriyle Fethi Savaşçı, An(n)a Aşkı ile Mahmut Aşkar; Almanya’nın Zencileri adlı kitabıyle Dursun Akçam, Son Cennet ile Orhan Aras, birçok romanıyla Hasan Kayıhan; Vatan Olan Gurbet-Vatanda Bir Garip Kul adlı kitabıyla Ali Özdemir, Şakir Bilgin, Mustafa Can, E. Sevgi Özdamar, Cengiz İyilik, Necati Mert, Yusuf Aktürk, Fethi Savaşçı, Fakir Baykurt, Habib Bektaş ve bir Türk üniversite öğrencisinin Alman kız öğrenci Hildegard’a olan aşkını anlatan İki Dünya Arasında adlı romanı ile Mehmet Niyazi Almanya’daki Türk Edebiyatının önemli isimleri.

    Sözlü edebiyatımızın taşıyıcısı halk ozanları ise buradaki Türk edebiyatının temelinde ve gelişmesinde önemli bir yer tutarlar. Mahsuni Şerif, Ozan Arif, Şahballı, Ozan Yusuf Polatoğlu ve Neşet Ertaş bunların en bilinenleri. Uğur Işılak’ın da saz ve söz üstadı olan Ozan Polatoğlu kırk yıllık Almanya işçi göçmenliğini Bu Sıra adlı türküsünde şöyle dile getiriyor: “Rüzgara kapıldı dalım budağım / Sandal da su tutar oldu bu sıra / Sudan tat almıyor dilim dudağım / Sabır taşı yutar oldum bu sıra.”

    11 Ağustos 2015 günü ölen Tarık Dursun K.’nın Almanya’daki Türk Edebiyatına çoğunca göz ardı edilen iki önemli eser katkısı var: Kayabaşı Uygarlığının Yükselişi ve Birdenbire Çöküşü adlı romanı ve Bağrıyanık Ömer İle Güzel Zeynep hikâyesi. Roman, Türklerin yaşam ve düşüncelerindeki değişimleri Almanya’ya işçi göçü örneğinde güzel bir dil ile işlerken; “sözde” bir uygarlığın toplum yaşamını da edebi ironisiyle yeriyor. Bağrıyanık Ömer ile Güzel Zeynep hikâyesi, rahmetli olan film yapımcısı Ahmet Bayazıt ile rejisör Yücel Çakmaklı tarafından uyarlanarak televizyon filmi yapılmıştır.

    Edebiyat ile uğraşanlara okul görevi gören dergileri saymak gerekirse; 1980’li ve 1990’lı yıllarda kısa bir süre çıkan Yabanel Dergisi, Demet Dergisi, Tohum ile Anadil dergileri. Almanya’daki ilk şiir ağırlıklı dergi ise Gültekin Emre’nin Berlin’de kısa bir süre yayımladığı Parantez idi. Edebiyat ağırlıklı olmamakla birlikte, 1985 yılında Anayurt dergisi Arif Nihat Asya şiir ve Ömer Seyfettin hikâye yarışması düzenlemişti. Yazın Dergisi “Avrupa’daki Türklerin Kültür ve Sanat Dergisi” şiarıyla iki aylık olarak, 1984-2009 yılları arasında Engin Erkiner’in yayın yönetmenliğinde yayımlandı.

    Kafdağı, İlhan İlkılıç yönetiminde Eylül 1991’de, Kudret Aktaş, Kays Mutlu, Mustafa Yaprak, Kâmil Aydoğan, İmam Cengiz, Selahaddin Ertuğrul, Cengiz Şahin, Sinan Öztürk, Hüseyin İnan ile yolculuğuna başladı ve Almanya’da bir türlü algılanmak istenmeyen İsmet Özel, Erdem Bayazıt, Cahit Zarifoğlu, Sadık Yalsızanuçanlar, Fatma Barbarosoğlu ve Mustafa Kutlu gibi diğer Türk edebiyatçılarını tercümelerle tanıtmaya çalıştı.

    Kafdağı’nın selefi Wird dergisiydi, ki onun mutfağından da Kepade dergisi vardı ki, belki de Türklerin Almanya’da yayınladıkları ilk mizah dergisiydi. Almanya’da sadece edebiyat ürünlerine has Türkçe bir edebiyat dergisinin eksikliği çoğu yazarlarca ve edebiyatseverlerce hâla şiddetle hissediliyor.

    Almanya’daki edebiyatımızın geçmişini sorgulayarak gelecekteki kalitesinin daha da yükseltilmesi ülküsüyle yayınevlerinin, yazarların, dergi mutfağında özveriyle uğraş verenlerin; kısacası tüm edebiyat kamuoyunun ve okuyucuların Almanya’daki Türk Edebiyatı konusunda beraberce beyin fırtınası yapmaları hem Almanya’daki Türk Edebiyatının geleceğine yön verecek hem de Almanya’daki Türk kültürünün önemli sütunlarından Türkçe edebiyatın yeni nesillere aktarımına köprü olacaktır. Gerek şahısların gerekse kurumların bu yolda yürürken taşıdıklarının ceset değil de ait oldukları bedenleri olmasının şartı, şair Yunus Emre gibi aşkla işe odaklanmalarıdır. Yoksa muhannete muhtaç olunarak oyalanacak çok iş var.