Göbekli Tepe Dünyanın ilk Mabetleri

Andrew Collins

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Alman arkeolog Klaus Schmidt (1953-2014) 1986 ile 1991 yılları arasında, Şanlıurfa’nın kuzeyinde kalan Orta Fırat havzasındaki arkeolojik kazı alanı olan Nevalı Çori’de kazıları yürütmüştür. Kazı alanında birçok barınağa dair izler bulundu, ki bu da orta ölçekli bir topluluğun avlayıcı-toplayıcılıktan yerleşik çiftçiliğe geçmediği bir yerleşim alanı olduğunu göstermektedir.

    Kazı grubunun Nevalı Çori’de bulmayı tahmin etmedikleri şey, birkaç bin yıl sonrasına kadar, Mezapotamya havzasında ilk şehir-devletlerinin kuruluşuna dek var olmayan karmaşık yapı inşası ve süsleme sanatının varlığı idi. Daha önemlisi, tüm bu teknik uzmanlık olağanüstü ihtişamın görüldüğü tek parça taş yapısına uygulanmıştı. Alan, doğrusal bir şekilde olup yaklaşık 16 metre uzunluğunda ve genişliğinde, duvarlarına on iki adet, iki metre uzunluğunda dikdörtgen dikilitaşın ya da taş anıtın yerleştirildiği sıkıştırılmış taşlardan oluşmaktadır. Bu dikili taşların her biri dikkatle kesilmiş, süslenmiş ve soyut insan şekillerine benzetilmiştir.

    Bu figürlerin “kafaları” yalın T-şeklinde iken, bazı taşların daha geniş yüzlerinde bükülmüş kolların görüldüğü yüksek kabartmalar bulunuyordu; bu kabartmaların uçlarında uzun ve cılız parmakların yer aldığı el figürleri vardır ki bu figürler dikilitaşın daha dar ön kısmından görülebilir. Bu kimi taşların dar ön cephelerinde ikiz yatay şerit vardır ve bu şeritler, figürlerin “boyunları”ndan bel hizasına inmektedir; Katolik papazlarının giydiği şallar gibi ya da daha doğrusu herhangi bir ceket, manto gibi bir elbisenin kenar uçlarını anımsatmaktadır. Yalnız bu bile bu anıtların inşasından sorumlu olan kültürün insanlarının biçilmiş, dikilmiş kıyafetler giydiğini göstermektedir. Bu antromorfik figürlerin boyunlarında bulunan başka bir özellik ise, V-şeklinde bir ucu aşağıya bakan şerittir; bu şerit, ip ya da kayışta sallanan bir kolye ya da tılsım tasviri olabilir.

    İlk on iki taş, ki inşaatın daha sonraki safhasında sayıları on üçe çıkmıştır, yapının merkezine bakmaktadır. Burada, cilalı terrazzo tabanında yer alan ve dünyanın en eski yapısı olan, iki geniş monolitik taş daha bulunmaktaydı, bunlar yan yana ve birbirine paralel olarak yerleştirilmişti. Bu taşların olduğu (orjinal) yerlerinde yalnızca tabanları bulunmaktaydı, gövde ve baş kısımları zaman içerisinde zarar görmüş ve yok olmuştu. Bu zarar görmüş parçanın kalıntıları terrazzo tabanda, ikinci bir sütunun daha bir zamanlar durduğu geniş bir çukura yakın yerde bulunmaktadır. Bu ikinci sütun da zamanla yok olmuştur.

    Dinî ritüellerde kullanılmak üzere kült yapının merkezinde yer alan ikiz tektaş yapılar, yalnızca çatı destekleri olarak işlev görmekle kalmıyor, aynı zamanda, liminal bir alana, kutsal bir dünyaya açılan sembolik bir kapı görevini de görüyordu. İkiz sütunların hemen arkasında, eskiden sunak olarak kullanılan, içerisinde oldukça garip, yumurtayı andıran, gerçek boyutlu taş bir kafa bulunan, etrafı duvarla örülmüş bir oyuğun varlığı bunu kanıtlar özelliktedir. Figürün uzun yüzü zamanla çatlamış olup, kafasının arka kısmına üç boyutlu, kıvrılan bir yılan tasviri yapılmıstır. Yılanın başı yukarı dönük, kafası ise bir mantara benzemektedir. Yılanın duruşu, ikiye katlanmış at kuyruğu ya da Polinezya adalarındaki kesişlerin kafalarındaki Sih topuzlarını andırmaktadır.

    Ölü Kültü
    Güneybatı-kuzeydoğu cephesinde bulunan Nevalı Çori Kült yapılarında, günümüz modern sanat galerilerinde hiç de yadırganmayacak kadar minimalist dizayna sahip, aralarında büyükçe bir akbaba kabartmasının da olduğu üç boyutlu kabartmalar bulunmuştur. Bunun yanı sıra, Hauptmann’ın ekibi, üzerinde tünemiş bir yırtıcı kuş ya da bir akbaba bulunan bir dizi insan kafasının bulunduğu totem direğini gün yüzüne çıkartmıştır. Başka bir totem direği aynı zamanda kuş stillerine benzeyen insan kafalarını sergilemektedir. Bu garip yapıların, insan leşlerinin avcı kuşların yemesi için bırakıldığı ölü kültüyle bağlantısı mı vardı? Kuşkusuz, cesetin vahşi hayvanlara bırakılması Orta Anadolu’da Konya Ovası’nda yer alan 9.000 yıllık Neolitik şehir kompleksi olan Çatalhöyük’te gün yüzüne çıkartılan kült yapıların duvarlarındaki fresklerde görülmekteydi. Başka bir panelde ise tahta bir köprünün üzerinde akbabaların, insan kadavrasını temsil eden başsız bir bedene saldırdıkları görülmektedir. İkinci bir köprüde ise akbabaların ölmüş bir insan kafasını taşıdığı, dolayısıyla kendi korumaları altına aldığı görülmektedir. Yakın Doğu’da erken Neolitik dönemlerde insan kafası aynı zamanda ruhu simgelediği için akbabaların ölmüş kişinin ruhunu öteki dünyaya taşıdığına, onu yönlendirdiğine inanıldığını söyleyebiliriz. Nevalı Çori’deki bu kabartma eserlerde verilmek istenen mesaj akbabalarla insanlar arasındaki bu ilginç ilişki miydi?

    Neolitik Dönem (Cilalı Taş Dönemi) Hasat Festivalleri
    1980’lerde keşfedilen Nevalı Çori kült yapısı insanoğlunun tanıdığı en garip ve ileri seviye taş yapılardan biriydi. İnsan gelişiminin kabul görmüş tekamülüne o derece aykırıydı ki, arkeologlar konu üzerinde fazla yorum yapamamışlar; arazideki erken Cilalı Taş toplumları için bir nevi tapınma, kutsama alanı olarak kullanılmış olabileceğini söylemişlerdi. İnsanlar, ürünlerin olgunlaşması ve hasatın bereketinden sorumlu olarak görülen, bilinmeyen bir doğa tanrısına şükranlarını sunmak için bir araya gelirlerdi. Bu tarz idealist görüşler Hauptmann gibi tarihöncesi araştırmacılarından gelmekteydi, ki kendisi Nevalı Çori’nin, Orta Avrupa’ya özgü, taşra çiftçi toplumlarının göbeğinde bulunan bir Orta Çağ Kilisesinin tarihöncesindeki öncüsü olduğunu düşünmekteydi. Ancak dürüst olmak gerekirse, son Buzul Çağı’nın bitiminden hemen sonra inşa edilen bu eşsiz yapının içinde bir zamanlar neler olup bittiğini kimse söyleyememektedir.

    Göbekli Tepe’nin Keşfi
    Fırat Irmağı’nın sularının 1992’de yükselmesiyle birlikte of Nevalı Çori sular altında kalınca, Klaus Schmidt, binlerce yıllık ıslık höyüklerinin altında gizli kalmış diğer Cilalı Taş Devri öncesi keşfedilmemiş alanları bulmak amacıyla Şanlıurfa yöresini araştırmaya başladı. Bu araştırma Schmidt’i iki yıl sonrasında, Şanlıurfa’nın 15 km kuzeydoğusundaki Toros Sıradağlarının güney uzantılarını oluşturan bir dağ sırtına yaklaştırdı. Orada, 300 ila 200 metre genişliğinde, 15 metre yüksekliğinde, başka yerlerden taşınan toprak ve çakıl taşı ile oluşturulmuş ıslık höyüklerini keşfetti; bu höyüklerin yanı sıra alanda insan barınakları da mevcuttu.

    Taş Sergisi
    Yerel halk tarafından kutsal sayılan Göbekli Tepe’de uzun bir alana yayılmış olarak kesilmiş ve işlenmiş kireçtaşı parçaları, tahıl ya da bitkileri ezmek için kullanılan bazalt çanaklar ve çakmaktaşı ve cam kayadan oluşan binlerce taş alet bulunmuştur. Kırık taş parçaları arasında kabartma hayvan figürleri de bulunmaktaydı; bu figürler Nevalı Çori’de gün yüzüne çıkartılmış dikili sütunlar ya da geniş taş deliklerden oluşan totem direkleri daha büyük yapı parçalarından zamanla kopmuş, ayrılmıştır. Bu taş sergisinde yaban domuzu, büyükbaş hayvanlar, korkunç görünümlü dişleri olan yabani köpekler ve aynı zamanda Nevalı Çori buluntularına benzeyen T-biçimli taş sütunlardan aşağı sarkan bir kertenkelenin üç boyutlu kabartması da bulunuyordu.

    Schmidt bunların yanı sıra, çapı bir metreyi bulan, pencere kenarları ya da kapı çerçevelerine ait dik acılı parçaların yer aldığı taş halkalar da bulmuştur. Bu halkalar, günümüzde çoktan yok olmuş taş yapıların cephe duvarlarının içinde yer almakta ya da aşma çatılarda açıklık oluşturmaktadır. Bu tarz çatılar, üst aralıklarıyla Orta Anadolu’nun güneyindeki cilalı taş dönemi şehri Çatalhöyük’teki kült yapılar ve barınaklara erişim sağlamıştır.

    Schmidt’in söylediğine göre, Göbekli Tepe’de keşfedilen birçok kaya parçası Nevali Cori’de günyüzüne çıkarılan T-biçimli sütun ve totem direklerine biçim ve tasarım yönünden benzemektedir; bununla birlikte, oralarda bir yerlerde güneydoğu Anadolu’da en azından 10,500 yıl önce altın çağını yaşamış aynı garip kültüre ait bir alan bulunmaktaydı.

    Donmuş Gözcüler
    Göbekli Tepe’deki kazılar 1995 yılında, Klaus Schmidt önderliğinde başladı. Kazı ekibi Nevalı Çori’de yer alan buluntularla gelişmişlik seviyesiyle eş değer ya da daha gelişmiş özelliği olan beş ayrı kült yapılarını gün yüzüne çıkardı; bu yapılarla birlikte bir banyo genişliğinde, görece daha küçük yapılar da bulundu. Büyüklükleri ne olursa olsun, her biri T-şeklinde olan bu taş sütunlar, Göbekli Tepe’deki en eski, en geniş ve en ileri seviye buluntular sayılmaktadır.
    Bu yapılar arasındaki en etkileyici iki yapı, C ve D yapılarıdır. 15 ila 20 metre genişliğinde, biçim olarak daire, daha doğru bir deyimle oval şeklinde olup, aslında 12 adet olan T-biçimli dikilitaş halkaları bulunmaktadır. Bu dikilitaşların ortalama yüksekliği 2 metre olup her bir parça beş ton ağırlığındadır. Bu taşların birçoğunda ve diğer önemli yapılarda, son Buzul Çağı’nın sonlarında Anadolu’da mevcut olan doğal dünyanın garip yaratıklarının tasvirleri ve üç boyutlu kabartmaları görülmektedir. Hayvan tasvirlerinin görüldüğü taşlarda, yaban öküzü, yaban domuzu, kurt, tilki, ayı, yılan, örümcek ve karınca figürlerine rastlanılmıştır; bununla birlikte kuş türlerinden turna kuşları, kanatsız kuşlar, yağmur kuşları ile Nevalı Çori’de rastlanılan akbaba figürleri de alanda yer almaktadır.

    Akbaba Sütunu adı verilen dikilitaşlardan biri (sütun 43) bu yırtıcı kuşlardan en az üçünü tasvir etmektedir. Bu tasvirlerdeki kuşlardan biri başsız bir cesedin yanında duruyorken, bir diğeri de sol kanadında bir top taşımaktadır. Bunun anlamı ne olabilir? Topa benzeyen cismin insan kafasını, dolasıyla da insan ruhunu temsil ettiğinden neredeyse eminiz ve büyük ihtimalle hemen aşağısındaki başsız cesede aittir. Akbabalar, yükseğe yapılmış bir kuş yuvasına benzeyen bu dağ başındaki açıklıkta insan cesetlerinin etlerini yemeleri için mi kullanılmaktaydı? Nevalı Çori ve Çatalhöyük’te mevcut olduğu anlaşılan inanç ve pratikler aynı zamanda Göbekli Tepe’de de bulunmakta mıydı? Tüm bu tasvir ve taş figürler, ruhun bedenden ayrılışı ve öteki dünyaya yolculuğunu mu simgeliyordu?

    İkiz Dikilitaş
    Üzerine taş levhalar bindirilmiş taş öbeklerinden oluşan, birbirine harçla tutturulmuş daire şeklinde taş duvarlar da bulunmuştur. T-biçimli sütunlar âdeta donmuş gözcüler gibi durmaktadır; ön cepheleri anıtların ortasında yer alan kaya kaidelerinin üzerinde duran muazzam ikiz dikilitaşına dönüktür. Bu dev gibi, dairesel yapıdaki anıtlardan biri, günümüzde C Yapısı olarak bilinmektedir, burada bu ikiz dikilitaşların yalnızca kaide ve gövdeleri tek parça olarak bulunmuş; ikiz dikilitaşlardan birine ait kırık parçalar, etrafını örten moloz yığınları arasından çıkartılmış ve gövdeyle birleştirilmiştir. D yapısı olarak bilinen geniş oval yapıda ise ikiz dikilitaşlar tahribata uğramadan günümüze ulaşmıştır. Her biri 5,5 metre olup 15 ila 20 ton ağırlığındadır.

    D yapısının duvarlarından çıkartılan organik materyallere uygulanan Karbon-14 tarih saptama metodunun sonuçlarına göre, anıtlar MÖ 9500-9400 yılları arasında inşa edilmiştir, yani Nevalı Çori’deki kült yapıların inşasından binlerce yıl öncesinde. Ne var ki, stil ve tasarım yönünden her ikisi de birbirine benzemektedir. Buradaki tüm yapılar, MÖ 9500 ile 8000 arasındaki 1500 yıl süresince belirli bir düzene ve sıraya göre inşa edilmiş, zamanla toprak, taş parçaları ve insan artıklarıyla üzeri örtülmüş ve en sonunda da alan insanlar tarafından terkedilmiştir. Alanın neden terkedildiği hâlen bilinmemektedir, büyük ihtimalle yaşam şekilleri avcı-toplayıcılıktan daha yerleşik bir özellik taşıyan tarım hayatına geçiş yapılmış, dolayısıyla ürünlerin olgunlaşması ve hasatın bereketinden sorumlu olan doğal güçlere duydukları saygı ve hürmette değişiklikler olmuştur. Artık, son Buzul Çağı’nı takip eden zorlu zamanlarda olduğu gibi toplumun hayatta kalmasını sağlayacak eski alışkanlıklar, yöntemler değişmişti.

    Garip Glifler/Oyuklar
    İkiz dikilitaş grupları dâhil, Göbekli Tepe’deki birçok taş yapı, Nevalı Çori’de bulunan yapılar gibi insana benzer özellikler taşımaktadır. Ne var ki, tarih olarak daha eski olsa da, Göbekli Tepe’deki yapıların kabartma süslemeleri hem tasarım hem de düzenleme açısından kesinlikle daha gelişmiştir. Örneğin, D yapısının merkezindeki doğu tarafında kalan tek dikilitaş üzerinde geniş bir kayış kabartması vardır; bu figürde bir dizi glifler, ideogramlar ve boynuzları sağa ya da sola bakan C şekilleri bulunmaktadır. Bununla birlikte düz ya da 90 derece dondurulmuş H harfine benzer semboller mevcuttur. Taşın dar ön cephesindeki kemerin merkezinde U-şeklinde bir cisim figürü görülmektedir ki, kemer tokası figürü olduğu tahmin edilmektedir. Bu sembolde ise, içinden üç çivi ya da dişin fırladığı bir çember görülmektedir, ki çember hale, gövde ve kuyruktan oluşan üç kuyruğa sahip bir kuyrukluyıldızı andırmaktadır. Bu garip glifler, Göbekli Tepe’deki anıtları inşaa etmiş olan Cilalı Taş Dönemi insanları arasında gizemli bir sembol dili olduğunu ortaya koymaktadır. Alandaki birçok T-şekilli anıtta H-biçimli cisim figürü görülmektedir; bunun ve C-biçimli figürün neyi temsil ettiği merak konusudur. En iyi tahmine göre, kuyruklu yıldıza benzeyen figürde olduğu gibi, kutsal bir anlamı vardır. C glifinin inceliği, sivri uçlarının her iki yöne de uzanmış olması, hilalı temsil edebileceğini düşündürmektedir.

    Diğer taraftan H sembolü H harfi ile bağlantılı değildir, belki de iki ayrı unsuru temsil etmektedir. İkiz taşlar (II) mekân ve/veya zamanda ayrı, ancak bağlantılı mekânları temsil edebilir; belki de aradaki bağlama çubuğu (-) bir mekândan diğerine doğru bir hareket ya da geçiş anlamına gelebilir. Dolayısıyla, H-sembolü ölen kişinin ruhunun öteki dünyaya geçişini sembolize ediyor olabilir. Böylelikle, kazıların merkezindeki ikiz taşlar ölmüş kişinin ya da şamanın ruhları öteki dünyaya ulaşabilsin diye, bu dünya ile öteki dünya arasında geçiş kapısı görevini görmektedir.

    Öteki Dünya
    Durum eğer böyleyse, öteki dünya âlemi neredeydi? Büyük ihtimalle görme duyumuzun çok ötesinde var olan, ancak gökyüzünde mevcut olan görünmez âlemlerdi. Muhtemelen, bedenin ve ruhun vücut bulduğu ve sonrasında ölümle birlikte geri döndüğü yerdi. Diğer bir deyişle, öteki dünyanın konumu, gökyüzü âlemi kavramı ile ilişkiliydi, Göbekli Tepe ve Nevali Cori’de yer alan yapılar ile geçiş sağlanmaktaydı.

    Bu muazzam anıt yapılarının dizayn ve düzenini kozmolojik nedenlerle açıklamak bu nedenle mantıklıdır; zira garip glif ve ideogramların mevcudiyeti ve aynı zamanda farklı kazı alanlarındaki dikilitaşların on iki kıvrımlı planı bunu göstermektedir. Bu on iki kıvrımlı plan Göbekli Tepe’deki D yapısında bulunmaktadır, bununla birlikte C yapısının duvarları içinde de bir zamanlar on iki adet sütun mevcuttu. Dahası, Nevalı Çori’nin kült yapılarının duvarları arasından iki T-biçimli sütun bulunmaktaydı. Dolayısıyla, on iki sayısı bu erken Cilalı Taş Dönemi insanları için önemliydi, fakat neden? Bu durum, bize Güneydoğu Anadolu’nun erken Neolitik dönemi insanlarının ruhun yolculuğu inancı hakkında bir ipucu verebilir miydi?

    Harran, Ay Tanrısı’nın Şehri
    Yakın Doğu’nun birçok Agnostik ya da mistik dinî doktrininde on iki sayısı, on iki burcu temsil etmektedir; bu güneşin semalardaki on iki aylık seyri boyunca uğradığı on iki ana burçtur. Bu gece şemasının on iki dilimi, örneğin, 2500 yıl önce Göbekli Tepe’nin hemen aşağısında yaşamış bir pagan toplumu olan Kaldeliler ya da Sabalılar dinî doktrininde de görülmektedir. Merkezinde ise ay tanrısı Sin’in kadim şehri olan Harran bulunmaktadır; günümüzde kalıntıları, Suriye sınırına yakın Şanlıurfa’nın güneydoğusunda görülebilir.

    Harran’ın tarihi yaklaşık 10.000 yıl öncesine uzanmaktadır; Harran’ın en eski höyükleri, MÖ. 8000 dolaylarında Göbekli Tepe’nin son aşamasıyla aynı periyodu yaşayan eski bir Neolitik dönemi toplumuna ev sahipliği yapmıştır. Harran’ın Sabalı toplumunun yanı sıra, torunları Mandeanlar, Yezidiler, Safa Kardeşliği (Arapçası ihvan el-safa) olarak bilinen Şia Müslümanları gibi toplumlar, Göbekli Tepe ustalarının gökyüzü âlemini nerede gördüklerine dair bize birtakım fikirler vermektedir.

    Kuzey’in Tanrısı
    Güneydoğu Anadolu, kuzey Suriye ile kısmen Irak ve İran’taki tüm bu dinî gruplar, yalnızca on iki burç ve yedi gezegenle kalmayıp, Kuzey Kutbu’nu simgeleyen ve dolayısıyla semanın dönüm noktası sayılan Kuzey Yıldızı’nı içeren sihirli sistemlere de inanmışlardır. Bu yıldızın, hem zamanı hem de mekânın hareketini kontrol ettiği ve aynı zamanda cennete giriş noktası olduğuna inanılmaktaydı. Bu nokta, doğumdan önce ruhların geldiği ve ölümle geri döndüğü yerdi.

    Harranlılar, Kuzey’in Gizemi olarak bilinen, kuşların ruhları temsil ettiği düşünülerek bu yöne doğru salıverildiği, her yıl düzenlenen festivalle Kuzey’i kutsamışlardır. Harranlılar’ın torunları Mandeanlar ise Kuzey Yıldızı’na denk gelecek şekilde özel kült yapıları inşa etmiş; ayinleri esnasında ölülerini kutsamak için kuzeye doğru ruhları temsilen güvercinler salıvermişlerdir. Yezidiler ise, günlerine Kuzeye doğru ibadet ederek başlamışlar; merkezi Suriye’nin Bosra bölgesinde olan Safa Kardeşliği toplumu ise ibadethanelerinin mihraplarını Kuzey’e çevirmişlerdir.

    Kuzey’e yönelik benzer ihtimam 11.500 yıl öncesinde Göbekli Tepe’de de gözlenmiştir. Örneğin, en büyük iki alan olan C ve D yapılarında, yuvarlak menfezleri olan geniş yüzlü dikilitaşlar cephe duvarlarının kuzey-kuzeybatı kesiminde inşa edilmiştir. Bu dikilitaşlardan D yapısında mevcut olanı doğal durumunu koruyabilmişken, C yapısındaki dikilitaş parçalanmış ve yan yatmış hâldedir. Ne var ki, alanın merkezi ikiz tektaşlarının arasında duran bir gözlemci, taşların dairesel menfezlerinden bakarak ufku görebilmekteydi.

    Kuş Biçimli Takımyıldızı
    Bu insanlar, öyleyse, bu deliklerden bakarak neyi görmeyi ummuşlardı? Bunun cevabı kesinlikle Kutup Yıldızı değil; çünkü MÖ 9500-8000 yıllarında, devinim etkilerinden dolayı, dünyanın ekseninin yaklaşık 26.000 yıl içinde yavaş yavaş kaymasıyla, adına Kuzey Yıldızı denilebilecek herhangi bir yıldız kutup çizgisine yeterince yakın değildi.

    Gökbilimci-din adamları ya da şamanların bu yapıların merkezinden görebildikleri şey, aslında Denep yıldızıdır; bu yıldız, kuğu ya da gök kuşuna benzeyen, Kuğu takımyıldızındaki en parlak yıldız idi. Denep, MÖ 16,500 ile 14,500 yılları arasında Kutup Yıldızı görevini görmüştür; bu zaman sonunda bile yine Kuğu takımyıldızında (Delta Cygni) bulunan parlaklığı daha az olan bir yıldız 1.500 yıl süresince gökkutbunun yerini tayin etmiştir. Daha önemlisi, Kuğu ve Denep Samanyolu’nun kuzey aralığı olan Büyük Yarık’tadır; burada galaksi yüzeyinin ortasında yıldız tozu ve birikintilerinin bir çizgide birleşmesi, iki ayrı kolun uzadığı bir çatal oluşturmuştur. Bu kollardan biri en nihayetinde yok olurken, diğeri Yay (Sagittarius) ve Akrep (Scorpius) yıldız adaları etrafında, Samanyolu’nun güney kısmında birleşmiştir.

    Neolitik dönemlerinden ve hatta Paleolitik döneminden itibaren, Büyük Yarık’ın kuzey aralığı, sema âlemlerine giriş kapısı olarak görülmüş, bu durum MÖ yaklaşık 16,500-14,500 yılları arasında Denep Yıldızı’nın Kutup Yıldızı olarak kabul edilmesiyle pekişmiştir. Açıklık ya da giriş kapısı Göbekli Tepe insanları arasında öteki dünya mekânı olarak kabul görmüş; bu kabul şüphesiz olarak Paleolitik döneminden miras kalmıştır. Kuzey gece semalarına olan bu ilgi, Göbekli Tepe’nin terkedilmesinden sonra bile hâlâ gücünü korumuştur. Nihayetinde, MÖ 3000’li yıllarda kuzeyin gece semaları ancak 8000 yıl sonra ilk gerçek Kutup Yıldızını görmüştür. Bu yıldız, Ejderha takımyıldızında yer alan Thuban (Alpha Draconis) adlı gök ejderhasıydı. Günümüzdeki Kutup Yıldızımız dâhil, Küçükayı takımyıldızında yer alan Polaris gibi bu kutup yıldızlarının varlığı, kuzey gece semalarında, gökyüzü âlemine açılan kapıyı tayin etme arzusunu tekrar ateşlemiştir.

    Ruhların Köprüsü
    Samanyolu’nun Büyük Yarığı ve Kuğu Takımyıldızına eskiden beri duyulan ilgi unutulmamıştı; İranlı ateşperest Zerdüştlerinin ölüm sonrası inançlarına Chinvat Köprüsü olarak yerleşmiştir. Chinvat Köprüsü, Tanrı Mehr ya da Mitra tarafından korunan bu kılıç benzeri köprüden ölmüşlerin ruhu öteki âleme varmak için geçmek zorundaydı. Şayet ruh erdemli ve dürüst ise, köprü kılıç kenarı gibi olup geçişi kolaylaştıracak; ancak ruh günahkâr ise köprü kılıcın keskin ucu gibi, jilet keskinliğinde olup, ruhun kayarak cehennemin ağzına düşmesine sebep olacaktır. Köprünün, cennete erişmeyi sağlayan kılıç kenarı benzerliği muhtemelen Samanyolu’nun kuzey ve güney kısımlarını birbirine bağlayan Büyük Yarık’ın kolundan kaynaklanmaktadır; öte yandan kılıcın keskin kenarı benzerliği ise Büyük Yarık’ın zamanla yok olan diğer kolundan kaynaklanmaktadır. Bu noktanın hemen aşağısında ise Akrep (Scorpius) Yıldıztakımı olup, büyük ihtimalle günahkâr ruhları cehennemde karşılayan açık ağızlı bir canavarı simgelemektedir.

    Öteki âleme ulaşabilmek için geçmek zorunlu olan köprü inancı, Samanyolu’nun güney ve kuzey kesimlerini birbirine bağlayan Büyük Yarık’ın ikili kollarına yönelik inançtan türemiştir. Bunun da ötesinde, kılıç görüntüsü Kuğu (Cygnus) Yıldıztakımı’nı oluşturan yıldızların haça benzer sıralanışı olup, Büyük Yarık’ın köprüye benzeyen koluna işaret edip, kuzey gece semalarında onun pozisyonunu vurgulamaktadır. Avrasya kıtası boyunca Kuğu Takımyıldızı (Cygnus) gök kuğusu ya da kazı olarak görülmekte ki, birçok Avrupa ülkesinde kuşlar, ruhun öteki âleme geçişiyle ilişkilendirilirdi. Ne var ki, Mezopotamya, Fırat toplumlarında ise Kuğu takımyıldızı (Cygnus), efsanevi kartal (Arap geleneğindeki Anka Kuşu) olarak görülmüş; Güneydoğu Anadolu’nun Cilalı Taş Dönemi insanların arasında ruh, kanatlı hayvanlardan akbaba biçiminde algılanmıştır.

    Göbekli Tepe, Nevalı Çori ve Çatalhöyük gibi alanların mimarlarının ruhun son yolculuğuyla alakalı kozmolojik bilgileri, binlerce yıllık eski inançlardan miras kalmıştır. Bu ve benzeri dinî inançlar büyük ihtimalle Harran gibi yerlerdeki Neolitik yerleşimcilere aktarılmış; Harran’dan sonra, Sabalılar ve çok sonraları Mandeanlar, Yezidiler, Saf Kardeşler ve Zerdüstlere ulaşmıştır.

    Göbekli Tepe gibi erken Cilalı Taş Dönem kompleksleri, her iki dünya arasında temas mekânlarıydı, diğer bir deyişle cesedin yabani kuşlara sunularak etten arındırılması işlemi sonrası kişinin ruhu ya da bilinç durumu değişen ayini icra eden şaman tarafından bu kapılar erişilebilir. Birçok yönden bu tarz yerleşim alanları, sonraları Sümerler ve Babilliler’in muhteşem tapınakları, Batı Avrupa’nın Stonehenge megalitik anıtları ve hatta günümüz dünyasını dolduran mabetlerin habercisi olmuştur. Bu yapıların hepsinin kaynağı Güneydoğu Anadolu’daki Göbekli Tepe gibi alanlarda bulunmaktadır.

    * Tarihçi, Yazar. Göbekli Tepe: Genesis of the Gods kitabının yazarı