Cumhuriyet Türkiyesi ve Batılı Şehircilik Uzun ve Karmaşık Bir İlişki

Jean-François Perouse

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • 1889 yılında yayımlanan ve Türkçeye (Şehir Mimarîsi adı ile 1926 yılında) Celal Esad Arseven tarafından tercüme edilen, Avusturyalı Camillo Sitte’nin (1843-1903) Türk ve Cumhuriyet dönemi şehirciliğini anlatan önemli eserlerden biri olan ve başlığında “Şehirleri İnşa Etme Sanatı” ibaresi geçen esere, Cumhuriyetin kurucuları genellikle yeterince önem vermemişlerdir. 19. yüzyılın başından itibaren bulunulan girişimleri müteakiben, Cumhuriyet yöneticileri – en azından 1960’lı yıllara kadar – şehirleri düzenlemek, güzelleştirmek, hatta inşa etmek için Avrupalı mimarlara ve şehircilik uzmanlarına başvurmuşlardır. Bu uzmanlar ve mimarlar arasında en çok Fransız ve Almanlar tercih edilmiştir (ve hatta daha çok Almanca konuşanlar) ancak bu tercih şehre, çevreye ve zamana göre değişmiştir.

    A) Şehir Sanatı: Kurucu Üç Model
    1) Kurulacak Olan Şehir: Ankara Modeli
    Ankara’da yeni bir başkente sahip olmak için alınan resmî karar siyasi kırılmanın meydana getirdiği ortamla –başka bir ifadeyle, yeni siyasi oluşumların kurulmasıyla veya sağlamlaştırılmasıyla ve yeni bir devlet oluşumuyla– çakışmaktadır. Karar [Ankara’nın yeni başkent olması kararı] 13 ekim 1923’te alınır, yani yeni bir ulus-devlet olan “Türkiye Cumhuriyeti”nin ilan edilmesinden (29 Ekim) birkaç gün önce.

    Bu bağlamda, 1924’ten itibaren Ankara belediyesi bakanlıkların yeni muhitini oluşturmak için yabancı bir uzmana başvurur (Carl Ch. Lörcher isimli bir uzmana). Ve 1927’de bunun da ötesine geçerek, bir nevi ölçek değiştirir ve “Umumi İnşaat Planı”nı gerçekleştirmek üzere sınırlı bir uluslararası seçme sınavı düzenlenir (iki Alman ve bir Fransız, toplam üç yabancı rakibin katıldığı bir sınav). Sınavı kazanan Berlinli şehir planlamacısı Hermann Jansen, 1932 ile 1939 yılları arasında, çok düzenli bir plana uyarak, gerçek bir “yeni şehir”in oluşumundan sorumlu olur – geniş yürüme alanları, geniş araç yolları, halkın ve iş yerlerinin ayrımı vs. Jansen’in sunduğu Ankara’nın imajı –ki kendisine daha sonra, Gaziantep’ten Adana’ya, Türkiye’nin farklı yerlerinde başka inşaat planları oluşturması için görev verilir – açık olarak ve Batı kentlerine kıyasla kesinlikle “çağdaş” bir başkent imajıdır.

    2) Tekrar İnşa Edilecek Şehir: İzmir Modeli
    13 Eylül 1922 yangınından sonra –Türk milliyetçi grupların şehri ele geçirmesinden dört gün sonra- Ege’nin metropolü yakılıp yıkılmıştır. Tam olarak; limanın arkasındaki üç milyon metrekarelik alan: “Ermeni mahallesi, Yunan ve Levanten mahalleleri ve tüm iş alanları” (Bilsel, 1993, s.72). Ve acilen tekrar inşa edilmesi gerekmektedir (benzer gelişmeler Uşak ve Manisa’da da yaşanmıştır). Bunun için, 1924’te İzmir belediyesi Fransız şehir uzmanı René Danger ile anlaşma imzalar. Temmuz 1925’in hemen akabinde, bu uzmanın bir komisyonun önerilerine uyarak hazırladığı “Düzenleme ve Genişletme Planı” belediye tarafından onaylanır. Başlangıçta her ne kadar “tekrar inşa etme” projesi ağır basmış olsa da, plan aynı zamanda var olanı düzenleme ve genişletme boyutlarını da içerir (yani eski şehirden kalan bölümleri). Ancak bu projenin gerçekleşmesi, özellikle şehrin yıkıma uğrayan bölümünde, hem ertelenir (en az 6 yıl boyunca) hem de sadece kısmi ölçekte olur. Esasen, 1931 ile 1941 yılları arasında, Behçet Uz’un belediye başkanlığı döneminde şehrin silueti değişir ve Danger’nin önerilerine uyulmaz. Ayrıca kısa bir süre sonra, İzmir belediyesinin başvurduğu Le Corbusier “Komşu-Plan”a yakın bir proje sunar (birkaç yıl önce Paris için hazırladığı plan) ve bu proje son derece geometrik bir ağ kurabilmek için eskiden kalan her yapının yıkımını öngörür.

    3) Düzenlenecek Şehir : İstanbul Modeli
    Ankara ve İzmir’e nazaran İstanbul’da yürütülen şehirleşme politikası ilk yıllarda pek net değildir: Yöneticiler hangi yolu seçecekleri ve hangi düzenleme modelini takip edecekleri konusunda tereddüt etmektedir. Bir seçme sınavı mı düzenlemek gerekmektedir? Yoksa yabancı uzmanları mı davet etmek gerekir? Fransızlar mı, Almanlar mı, yoksa başka birileri mi tercih edilmelidir?

    Böylece, Ankara’da olduğu gibi 1932’de “Uluslararası (sınırlı) Fikir Seçme Sınavı” düzenlenir ve Berlinli Elgoetz, Fransız Alfred Agache ve Henri Lambert’in de katıldığı sınavı kazanır. Diğer rakiplerine göre Elgoetz – daha tasarruflu ve ölçülü olarak – hiçbir ciddi ve büyük değişim öngörmemektedir. Vasıta yolları için var olan altyapıyı yavaş yavaş genişletilmeyi ve modernleştirmeyi planlar. Boğazı geçmek için ise köprüden ziyade feribotu tercih eder… Ancak, bu proje – yetkilileri pek memnun etmediği için – neticesiz kalır…

    1932’de düzenlenen sınavdan sonra, 1935 ile 1938 yılları arasında Martin Wagner tarafından yapılan çalışmaları da zikredebiliriz (Türk Kamu İşleri Bakanlığı ve İstanbul Belediyesi adına yapılan çalışmalar). Bunlar kapsamlı planlardan ziyade, farklı hususları ele alan birkaç tekliften ibarettir –örneğin trafik sorunu. Bununla birlikte Wagner’de organizasyonda ileriye dönük ince bir anlayış ve küçük ölçekler görmek mümkündür. Ancak Wagner’in teklifleri üzerinde pek durulmaz ve 1934’te (seçme sınavına katılmayan) dönemin “Paris Bölgesi Planlama Konseyi” başkanı Henri Prost, Türk devleti tarafından (belki de bizzat Atatürk tarafından) İstanbul’a şehirin resmî plan koordinatörü olarak çalışmak üzere davet edilir. Kendisi ancak 1936’da bu davete icabet edebilir ve uzun yıllar burada kalır (Angel, A. 1993).

    B) Sürekli Arzu Edilen, Hiçbir Zaman Yalanlanmayan Batılaşma ve Modernleşme Arzusu
    1) Şehirleri Batılaştırma: Sürekli Bir Zorunluluk?
    Cumhuriyetin ilk dönemlerinden itibaren Ankara’da “Batılaşma” arzusu bir öncelik olarak görülmüştür. Bu minvalde Carl Ch. Lörcher’in tanınmayan çalışması 1924 ve 1925 yıllarında Avrupa’nın doğrudan etkisinin bir göstergesidir (özellikle Alman ve hatta Berlin’in etkisinin). Uzun zaman boyunca tam olarak tarihlendirilemeyen Lörcher’in iki “inşa planı”nı 1924 yılının sonundan itibaren tartışılmaya başlanan 583. istimlak kanunuyla ilişkilendirmek gerekir. Bugün itibariyle Lörcher ve planları hakkında ve yapılış tarihleriyle ilgili karışıklıklara artık bir son verilebilir. Berlin-Charlottenburg’daki Technische Hochschule’den mezun olan Dr. Carl Ch. Lörcher, Potsdam’ı düzenleyen, “(Berlin’in) bağımsız şehirleşme akademisinin olağanüstü üyesi”, 1924’te İstanbul’un “inşa komisyonu” (Baukommission) üyesidir. Bu anlamda, yeni başkentin inşası için ilk planları yapmak üzere seçilen “İnşaat Türk Anonim Şirketi”ne bağlı olduğu görülür. Ağırlıklı olarak Alman sermayesi bulunan bir şirket adına Lörcher Ankara’nın düzenlenmesi için ilk planları hazırlar. Kendisinden iki ayrı plan yapması istenmiştir: Biri “Agora” için, diğeri yeni doğacak olan “hükûmet mahallesi” (Regierunsviertel) için. Bakanlıkları aynı mahallede barındırma fikrinin ise Camillo Sitte’nin Der Städtebau eserinde öngörüldüğü gibi değerlendirildiğini not edelim.
    Aynı zamanda 1928’de Lörcher’in Üsküdar ve Kadıköy’de ilk “Nâzım İmar Planı”nı gerçekleştirdiğini de belirtelim.

    1927’de üç Avrupalı’nın yarışmacı olarak seçilmesi “Batılılaştırma” arzusunun bir simgesidir. Ve Jansen’in projesinin seçilmesi, en az Doğulaştıran olarak, bu eğilimi doğrular. Aynı şekilde, Jansen’in oluşturduğu yeni şehrin göbeğinde C. Holzmeister tarafından düşünülen “bakanlıklar mahallesi” de –tamamen Batı’dan esinlenmiştir– C.E. Arseven için çok kıymetli olan “yeni mimarın” bir vitrinidir. 1937’de yayınlanan, Şehircilik adlı eserinde Arseven, İngiliz, Fransız (H.Prost, Le Corbusier), İtalyan ve Alman (H.Jansen…) örneklerini neredeyse eşit olarak harmanlayıp kendi tercihini açık olarak belirtmeden, bu referansları hayret verici bir seçicilikle ortaya koymuştur.

    Batı’nın etki kanalları arasında -bilhassa Almanların- Türkiye’de özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarında profesyoneller tarafından ziyadesiyle okunan, çok sayıda özel dergilerden da bahsetmek gerekmektedir. Bunlardan birkaçı şöyledir: Münih’te 1912’den itibaren yayımlanan Der Baumeister (H. Jansen’in de birkaç yıl bu dergiden sorumlu olduğu bilinmektedir); 1916’da kurulan Wasmuths Monatshefte für Baukunst und Städtebau, ki daha sonra Berlin’de Monatshefte für Baukunst und Städtebau olarak yayımlanmıştır; 1904’te Camillo Sitte’nin kurduğu ve Berlin’de yayımlanan Der Städtebau; 1881’de kurulan ve 1931’de son bulan Das Zentralblatt der Bauverwaltung ; 1886’da çıkan Die Deutsche Bauzeitung ; 1925’te çıkan, 1931’de ise son bulan, ancak Naziler tarafından 1938 ile 1944 arası tekrar yayına giren Die Baukunst. Fransız dergilerinin okuyucusunun daha az olduğunu ise belirtmeye gerek yok.

    İkinci etken, Almanya’da (aynı zamanda Avusturya’da ve İsviçre’nin Almanca konuşulan bölgelerinde) eğitim gören çok sayıda Türk uzmanlardır. Türkiye’nin şehir planlamacılarının ve mimarların “müfredatlarını” sorguladığımızda –en azından en ünlüleri düşünecek olursak– büyük bir kısmının, eğitim, staj veya “gözlem” için Almanca konuşan bir ülkeden geçtiğini görürüz. En çok gidilen okullar arasında; Berlin-Charlottenburg ’taki (H.Jansen ve J.Brix’in eğitim verdiği), Stuttgart’taki (P. Bonatz) ve Münih’teki (T. Fischer) Teknik Yüksek Okullar, Viyana Akademisi (C. Holzmeister) ve Zürih’teki “Polytechnicum” (Otto Salvisberg) zikredilebilir. Bu noktada örnek olarak birkaç Türk mimar/şehircilik uzmanı adı da verebiliriz: Eldem Sedat Hakkı, Kemalettin Ahmet Bey, Arkan Seyfi, üçü de Charlottenburg’taki Teknik Yüksek Okulu’ndan mezundur. Aru Ahmet Kemal 1949’da Hamburg belediyesi tarafından görevlendirilmiştir, Onat Emin Zürih’ten mezundur, Oran Sabri Stuttgart’taki Teknik Yüksek Okulu’ndan (Technische Hochschule) mezundur ve Söylemezoğlu Kemâli Hamit de yine aynı okuldan mezun olmuştur.

    Ayrıca Cumhuriyetin ilk yıllarında, yüksek öğretimde ve Türk teknik-yapıda Avrupalı uzmanların varlığı –özellikle Alman mimarların, şehircilik uzmanları ve mühendislerin varlığı- önem arz eder. İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde (İGSA), mimarlık bölümünde Ernst Egli, Bruno Taut, Gustav Oelsner ve Robert Vorhoelzer ders vermiştir; İstanbul Yüksek Mühendislik Okulu’nda ise mimarlık ve şehircilik bölümünde Paul Bonatz, Gustav Oelsner ve Clemens Holzmzeister ders vermiştir. Bununla birlikte, Ankara’da diğer iki okulun haricinde daha hukuki ve yönetimle ilgili bir oluşumun varlığını da belirtmek gerekir: 1938’de Ernst Reuter tarafından Ankara Siyasi Bilimler Okulu (ASBO)’nun içinde kurulan “şehircilik enstitüsü”.

    Bu enstitünün yeni doğan Türk şehircilik düşüncesi üzerinde büyük bir etkisi olmuştur (1952, Fehmi Yavuz’u hatırlayalım). E. Reuter dışında, onun büyük yardımcısı Martin Wagner de yıllarca burada eğitim vermiştir. Ve Fehmi Yavuz’un aracılığıyla, şimdiki uzmanlar Ruşen Keleş (1990…) ve İ. Tekeli de birçok anlamda Reuter ve Wagner’in takipçileri olarak görülebilir.

    Batı’nın etkisinin modaliteleri her ne olursa olsun, milliyetçi kimlik, şehrin ulusalcı sanatları ve Batılılaşma endişesi arasında hiçbir çelişki olmamıştır. Bu bakımdan, 1930’larda vuku bulan mimari konuşmalardaki Batılı ile millî arasındaki zihin karışıklığı -dışlayıcı veya uyumsuz görülmese de– ilginçtir: Cumhuriyetin ilk dönemlerinde millî olan moderndir ve bir bakıma Türkiye’yi “uygar” dünyaya bağlamak için çaba sarf edendir. Yani sadece geçmişe ait olan değildir.

    Sonuç
    1960’lı yıllardan sonra, İngiliz ve özellikle Amerikan referanslar (hatta Japon veya Güney Kore) Alman ve Fransız referansları geride bırakmıştır. [Bugün] Şehircilik eğitimi ulusallaşmakta, ancak aynı zamanda uluslararasılaşmaktadır (1960’ların sonundan itibaren Ankada’daki METU gibi) ve “şehir yapma” modları çeşitlenmektedir. Bu meslekî alanda Türkiye, Almanya ve Fransa arasında bazen zor geçen ve uzun süren bu yakın ilişkilerin sonu gelmiş görünmektedir. Ancak, yirmi yıldan beri faaliyet gösteren ve “İslami” denilen belediyeler de Batılaşmanın rakipleri olarak gösterilemezler. Şehir gelişim modelleri -daha çok manevi olan ve Batı’ya karşı yapılan konuşmalardan ziyade– Batı’ya gayet uygundur. Bu konuda ikna olmak için, farklı “belediyelerin araştırma misyonlarının” bugün dahi gidip örnek aldıkları yurt dışındaki ülkeleri göz önünde bulundurmak yeterlidir (Fransa, Almanya ve İngiltere en sık gidilen ülkelerdir).

    *Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü Müdürü, Toulouse ve Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi