Barbarlar Eski Dünyadan Yeni Dünyaya

François Hartog

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Barbar [kavramı] Yunanistan’da tarih sahnesine çıktığında, bunu tek başına yapmadı, aksine kelime Yunanlar-Barbarlar kelime çiftinin kanonik kullanım formu ile birlikte ortaya çıktı. Ve bu kelime/kavram çifti uzun süre boyunca Avrupa tarihinde tedavülde kaldı. Bu çift, kategorilere ayırma gücüyle, [mekânı çeşitli] alanlara bölüyor, birtakım yerler tahsis ediyor, politikalar ilham edip onları meşru kılıyor, ötekilik ve kimlik oyunlarının kurallarını düzenliyor ve uzunca bir süre boyunca tartışmaların terminolojisini belirliyordu.

    İlk Yunan tarihçilerinin gözünde ise, bir zamanlar Yunanlılar ile Barbarlar arasında bir ayrım söz konusu değildi. Tukididis, Arkeoloji’sinde, Akaların ve Troyalıların sahne aldığı homerik şiirlerde bile bu ayrımın yer almadığını not eder: “Homeros da Barbarlardan bahsetmez, çünkü bence [o zamanlar] Yunanlar onlara [Barbarlara] zıt olarak, farklı bir isim altında onlardan ayrılmamışlardı.” Homeros tarafından listelenen yegane “Barbarlar”, kendisinin “Barbarofon” olarak nitelendirdiği Karyalılardı. Bu nitelemenin bir iltifat olmadığı kesindi, ancak Karyalılar “barbar dili konuşuyor” olsalar dahi, Barbar değillerdi. Barbarca bir “doğa”ya ise hiç sahip değillerdi.

    Tukididis, ne Yunan’sız Barbar’ın ne de Barbar’sız Yunan’ın olamayacağını ifade eder, mantıki bir aksiyom (un postulat logique) olarak. Bununla birlikte, Yunanların, hatta daha çok geleceğin Yunanlarının, başlangıçta Barbar akımların içinden çıktığı bir zaman vardı. Atinalılar başta olmak üzere! Zira bu Atinalılar Barbar olarak nitelendirilen Pelasglar ırkına mensuptular. Ancak Herodot’a göre bu devirler artık geçip gitmişe benziyordu, özellikle Barbarlardan Yunanlara [Barbarlıktan çıkıp Yunanlığa] geçebilme olasılığı [artık bulunmuyordu]. Yunanlar, [daha doğrusu] Yunan’a dönüşen Yunanlar, büyük gelişmelere tanıklık ederken, Barbarlar, Barbar olarak kalmaya devam ettiler, “[Onlar] asla önemli ölçüde büyüyemediler”. Tukididis bir kez daha, bu konuda [gerekli] yanıtı derhâl verir; korsanlık pratiği ve silah taşıma alışkanlığı gibi birçok kanıta dayanarak, “eski Yunan dünyasının şimdiki Barbar dünyaya benzer şekilde yaşadığı” sonucuna varır. Zira onların da yaşam tarzları [daha önce] barbarcaydı. Daha sonra Yunanlar, ilk olarak Atinalılar, tam anlamıyla Yunan oldular, Barbarlar ise Barbar olarak kaldılar. Burada da yine ayrımı, ayrımcılığı zaman yaptı. Yunanlık “Barbarlık”ın içinden doğup çıktı, sanki iki zamansallık, zamana ilişkin iki farklı yaklaşım ortaya çıkmış gibi, Lévi-Strauss’un “sıcak toplumlar” ve “soğuk toplumlar” tasnifiyle verdiği ünlü örneğini onaylarmış gibi. “Yunanlar” bir zamanlar Barbardılar, ama Yunan oldular, (bazı) Barbarlar ise Barbardılar ve öyle kaldılar. “Soğuk” toplum olarak kaldılar yani. Buna karşın Yunanlar ise “ısınıyorlardı”, “büyüme” kapasiteleriyle kendi Yunani karakterlerini sergileyerek.

    Herodot “Tarih”ini açtığında, gerçekten Barbarlar, Yunanların zıttını oluşturmak suretiyle, orada bulunuyordu: “Burada Thouriorili Herodot, insanların yaptıkları zaman içinde hafızalardan silinmesin diye ve Yunanlar kadar Barbarlar tarafından da elde edilen büyük ve harikulade başarıların tarihe not düşülmesi sekteye uğramasın diye araştırmalarını sergiler; özellikle de Yunanlar ile Barbarların birbirleriyle savaşa girmelerinin sebeplerini.” Bir tarafta Yunanlar, diğer tarafta Barbarlar, kendilerini, birbirlerine zıt olarak tanımlarlar: Ve öyle görünüyor ki [bu konuda] daha fazla açıklamaya gerek bulunmamaktadır, herkes [bunu] bilmekte, herkes [bunu] anlamaktadır. Ama hemen not edelim, her iki taraf da, yaptıkları büyük işlerin izlerinin tarihçiler tarafından muhafaza edilmesini ve hafızalara işlenmesini talep eder. Birbirine zıt aktörler olsalar da, nihayetinde insanlık tarihini birlikte yazmaktadırlar.

    M.Ö. VI. ve V. asırlar arasında, Yunan olmayan anlamında “Barbar”, zıt ve asimetrik olan “Yunan” kavramı ile birleşerek ve Helen özel isminin ve Barbarlık genel tanımının eşliğinde bir kavram oluşturur. Pers savaşları bu süreçte kesinlikle bir katalizör rolü oynamış, süreci hızlandırmıştır. Ötekilik alanı bir kez daha yerle bir olmuş ve uzun bir süre boyunca yeni çok kutupluluğa saplanıp kalmıştır. Bir tarafta Yunanlar, sadece Yunan olmamaları dolayısıyla bir araya gelmiş olan bütün ötekilerin karşısındadır. Kesinlikle simetrik olmayan bu ikili tasnifin Yunanlılar tarafından ortaya konduğu ve sadece onlar tarafından kullanılabilip, onlar için bir anlam ifade ettiği izahtan varestedir. Ama daha sonra, içinde Romalıların da yer bulmakta sıkıntı çekmeyecekleri eksiksiz bir kavram olmadan önce, Pers savaşlarının zıt bir sima bahşederek, ona kesin/belirli bir anlam verdiği kesindir: Bu zıt sima Fars simasıdır. [Artık] Barbar, her şeyden önce ve her şeyden çok ve uzun bir süre boyunca Fars demek olmuştur. Ve [bu] Barbar mükemmel bir Büyük Kral olacaktır, bütün despotik güçleri yeniden tek elde toplayarak. Tıpkı, tüm akıl dışılığıyla, Hellespont üzerinde bariyerler kurabileceğine inanan Xerxès gibi.

    Bununla birlikte, Farslara karşı savaşlar Barbarlığın [belirli ölçüde] lokalizasyonuna yol açacaktır: Barbarlığın mekânı [artık] Asya’dır. Avrupa ile Asya’nın zıtlaşması, düşman kız kardeşler olarak temsil edilirken, tam olarak Yunanlar ile Barbarların zıtlaşmasıyla örtüşecektir. Öyle ki bu yeni bakış açısı geriye dönük olarak, Truvalıları Asyalı ve Barbar olarak göstererek Truva savaşına yansıtacaktır. Buna ek ve karşıt delil, Homeros zamanında onların (henüz) Barbar olmadıkları olmuştur. Ve bu bakış açısı oldukça uzun ömürlü olacaktır, öyle ki Hegel’in de zannınca, Yunan zaferleri “medeniyeti kurtarmış ve Asyalı tarzdaki bütün güç[ler] ortadan kaldırılmıştır!”

    “Farslar Asya ve üzerinde yaşamakta olan Barbar toplumların kendilerine ait olduklarını düşünür; ve Avrupa ile Yunan dünyasını ayrı bir ülke olarak görürler.” Bir Fars tarafından değil de, Farsların Yunan toplumunca anlaşılmasını sağlamak için Herodot tarafından kaleme alınan bu cümle (onların dünya görüşleri olduğunu düşündüğü ya da öyle olduğunu sandığı, Yunan ve Barbar ayrımına oldukça uygun bir biçimde) son derece açıktır. Asırlar sonra, John Stuart Mill’in yazılarında da Pers Savaşlarının temsil ettiği bu “Great Event (Büyük Hadise)”nin tamamlayıcı ve eğlenceli yansımalarını bulabiliriz. Mill şöyle yazar: “Marathon Muharebesi, İngiliz tarihinin önemli bir olayı olan Hastings savaşından çok daha önemlidir. O günün sonucu farklı olsaydı, Bretonlar ve Saksonlar hâlâ ormanda dolaşıyor olabilirdi!”

    Fars savaşları ve bizim için buna şahitlik eden Herodot’un “Tarih”i, Barbar’ı lokalize eder, ona en bilindik ifade olarak Fars yüzünü verir, ama daha önemlisi Yunanlar ile Barbarlar ayrımında siyasi bir vizyonu öne çıkarır. Bu eserden, net bir şekilde, Barbar kelimesinin ille de barbarlığı (zulmü, aşırılığı ya da zayıflığı…) tanımlamadığını, tam tersine temel bölünmenin “siyasi” olduğunu anlarız: [Yunani] polis (şehir)’i tanıyanlar ile onu tanımayanlar arasında yaşayan göçmenler ancak ve sadece krallara boyun eğerek yaşayabilirler. Yunan “siyasi” olandır, yani özgürdür, buna karşın “kraliyete mensup” olan Barbar bir hükümdara bağlıdır (bir despota). Barbarlar kraliyetten kaçamazlar, ya da uzun soluklu olarak kaçamazlar. Bu anlamda [Barbarlar], Mısırlılar örneğinde görüldüğü gibi, belirli bir süre için özgür bırakıldıklarında, derhal surette başka krallar yaratmakla meşgul olurlar, zira “onların kralsız yaşamaktan aciz oldukları” söylenir. Çok eski bir “öteki” olsalar ve büyük bir ilme sahip bulunsalar dahi, Mısırlılar da Barbar kategorisi altında tasnif edilir. Aynı şey Asurlulara karşı savaşan ve “köleliğe” son verip “özgürlüğe” kavuşan [diğer] Asya toplumları için de geçerlidir. Onlar da bir süre “özerk” olarak yaşadıktan sonra, kendilerine yeni bir “usta” bahşedip [söz gelimi] Déiokès’in şahsında, onu hâkimlikten krallığa atayarak kendilerine yeni bir “kral” seçmekte gecikmezler.

    Şehir (polis) ile Barbar dünya arasında, kral ile meclis arasında, tiran vardır, yani tek bir kişinin iktidarı, birçok Yunan sitesinin tanıklık ettiği gibi. Buna karşın, Yunan iktidarının simgesi, arkaik dönemin sonunun karakteristik bir özelliği olarak, ona karşı izonomi (herkesin karşısında eşit olacağı kanunlar) isteyen sitelerin inşa edilecek olmasıdır. Herodot’un Tarih’i kral ile zalim arasındaki bağları/ilişkileri dokur: her ikisinin karşılıklı imajlarının kesişme noktasında (birinin diğerinden ödünç aldığı) despotik veya barbarca iktidarın temsili çizilir. Kral Barbar’dır, tiran kraldır, o hâlde tiran Barbar’dır, ya da [en azından] Barbar’ın safındadır. Ötekinin ve tabii ki geçmişin bu dünyasında karşı, ona karşıt olarak, izonomik site inşa edilir. Yunanlar ile ötekiler arasındaki yeni sınır artık her şeyden çok siyasidir, Tarih’de öğretildiği gibi. Ancak bu sınır sadece Asya’yı Avrupa’dan ayırmaz, Yunanistan’ı baştan başa geçerek zalimlik dönemini ve izonomik şehrin ortaya çıkışını birbirinden ayırır ve makul hâle getirir. Artık şehire (polis’e) yabancı ve bu ortak alandan kovulmuş ve tam anlamıyla “şehir dışı” (apolis) olan tiran ve kral bir yönüyle Barbar’dır, ya da Barbar’ın safındadır.

    Bu kısa hatırlama çabasını sonlandırmak için, asırları atlayalım ve Atlantik okyanusunu geçelim. Ve Montaigne bizim rehberimiz olsun. Montaigne şöyle yazar: “Kral Pirus İtalya’ya geçtiğinde, Roma ordusunun ona gönderdiği kararı kabul ettikten sonra, şöyle der: “Bunların nasıl Barbarlar olduklarını bilmiyorum (çünkü Yunanlılar için tüm yabancılar Barbar idi) ama bu ordunun duruşu/düzeni hiç de Barbar’ı anımsatmıyor.” Romalılar Yunan olmadıkları için ancak Barbar olabilirler. Fakat o hâlde ne tür Barbarlardır? Zira onlar Herodot’tan beri Barbarlığın emarelerinden birine açıkça zıt olmuşlardır. Barbarlar zıhrın sıralamasını bilmezler. Yani onlar savaşmayı bilmezler.

    Bu gözlemiyle Montaigne, Denemeler’inin çok ünlü bir bölümü olan “Yamyamlar”da Epir kralı Pirus’un, ilk defa Romalı ordusunu gördüğündeki şaşkınlığını ifade ederek, “eski Yunan” dünyasından “yeni Romalı” dünyasına geçerek medeni ve vahşi kavramları hakkında kendi düşüncelerini sergiler ve ordan da “bizim asrımızda keşfedilen bu öteki dünyaya” geçer. Buradan da ilk kuralı/sonucu çıkarır. [Herhangi bir konuda] yargıya varmadan önce herkesçe paylaşılan fikirlerden uzaklaşmak gerekir, çünkü bilindiği gibi herkes “kendi işine geleni” Barbar olarak nitelendirir. Ve Montaigne bölüm boyunca, her iki kavramın tutarsızlıklarını gösterdikten sonra, en medeni olanın bazen en Barbar olabileceğinin de altını çizerek, bu tartışmayı oldukça ünlü ve alaycı formülüyle sonlandırır: “Ama nasıl olur da, [vahşiler] asla kısa pantolon giymezler!”

    *Fransız tarihçi, Tarih Araştırmaları Merkezi’nin kurucularından. Prof. Hartog hâlen EHESS (L’École des hautes études en sciences sociales)’in başkanlığını yapmaya devam etmektedir.