Var Olmayan Ev

Kemal Sayar

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Kültür, bazı verileri muhafaza ederken işimize yaramayan malumatın da unutulmasına izin vermektir. Borges’in “Funes ve Sonsuz Bellek” adlı öyküsünde anlattığı kahraman, her şeyi en ince detayına kadar hatırlayan ve unutamayan bir kişiliktir. Funes, bütün bu hatırlama yeteneğine karşın detaylarda o kadar boğulmaktadır ki analiz etme yeteneğini yitirmiştir. Borges şöyle söyler: “Buna karşın düşünme yeteneğine sahip olduğundan şüphe ediyorum. Düşünmek ayrılıkları unutmak demektir, genellemek, soyutlamak demektir.”

    Unutmak belleğimizin çağımızda giderek artan bilgi bombardımanı altında bir uyum sağlama yeteneğidir. Sonsuz sayıda ayrıntı karşısında belleğin uyguladığı bir eleme stratejisi. Önemsiz deneyimleri unutmak, dünyanın genel bir resmini oluşturmamıza yardım eder. Eğer biz de Funes gibi sürekli olarak geçmişimizin bütün sayfalarını dolduran ayrıntılı anılarımız tarafından kuşatılmış olsaydık, anlatacak tutarlı bir hikâyemiz olmazdı.

    Günümüzde soru şudur: Tamamen bir malumat çöplüğüne dönen internet âlemi hemen elimizin altında olduğuna göre hafıza gerçekten ihtiyacımız olan bir şey midir? Umberto Eco’nun sorusuyla, “Protezimiz her şeyi, baştan sona her şeyi bilebileceği zaman, daha ne öğrenmemiz gerekecek?” Oysa antik çağlarda ve orta çağda kitap, insan belleğinin bir alternatifi olarak, insanı hatırlama zahmetinden kurtaran bir araç olarak görülmüyordu. Manastır geleneğinde kitaba hafızaya yardımcı bir araç gözüyle bakılıyordu, amacı tam olarak bazı şeyleri hafızaya yerleştirmeyi kolaylaştırmaktı.

    Kolektif amnezi çağında belleğe ve geçmişe dönüş arzuları neyi simgeliyor o hâlde? Andreas Huyssen, şimdinin aşamalı olarak gelenekten koptuğunu, medya doygunluğunun her yeri, her zamanı anında tekrarlanabilir kılıp uzamsal ve zamansal farklılığı silip süpürdüğü koşullarda, tarihe ve belleğe dönüşün, aynı zamanda yeni bir tutunma noktası bulma çabası olarak yorumlanabileceğini söyler. Şöyle yazar: “Tarihe, özgün sanat yapıtına, özgün müze nesnesine duyulan arzu bence, gerçekliğin şimdiye kadar olmadığı ölçüde bizden kaçtığı bir zamanda gerçeğe duyulan arzu ile koşutluk içindedir. Eski gerçeklik/ütopya karşıtlığı basit ikili yapısını yitirmiştir çünkü gerçekliğin öylece var olmadığını –tıpkı ütopya gibi, ancak ütopyadan farklı bir biçimde- her zaman kurgunun bir alanı olduğunu teslim ediyoruz. Ayrıca edebiyatta da tarih ile kurmaca arasındaki eski ikili karşıtlık, gerçekliğini korumuyor. Bir fark olmadığı anlamında değil, tam tersine, tarihsel kurmacanın bize dünyada gerçek olanda, sonunda ne kadar kurmaca olduğu ortaya çıkarsa çıksın, bir tutunma noktası sağlayabileceği anlamında. ”

    Svetlana Boym da kollektif hafıza ile ulusal hafıza arasındaki ayrıma dikkat çeker. Ona göre kollektif hafıza günlük hayatın ortak işaretleridir ve bu işaretler bireysel hatıraların ortak toplumsal çerçevelerini oluşturur. “Ulusal hafıza ortak günlük hatıralardan tek bir teknolojik hikâye çıkarma eğilimindedir. Boşluklar ve süreksizlikler, tutarlı ve esinleyici nitelikteki kurtarılmış kimlik hikâyeleriyle yamanır. Oysa kolektif ya da kültürel hafızanın ortak günlük çerçeveleri birden çok anlatıyı aklımıza getirebilecek bireysel hatıralar için levhalar sunar. Kolektif hafıza çerçeveleri, modernlik akışı içinde sığınılacak bir liman olarak görünür ve geçmiş ile şimdi, ben ile öteki arasında dolayımda bulunur.”

    Nostalji, günümüzde bellek takıntısının en yaygın biçimlerinden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. “Hemen hemen herkes… bir tür kollektif amneziye kapılarak belleğini yitirme korkusuyla tedirgin.” diye yazar Jacques Le Grof, “Bu korku, geçmiş zaman modalarına duyulan tuhaf bir ilgi ile ifade ediliyor ve nostalji tacirleri tarafından acımasızca sömürülüyor; bu yüzden de bellek kavramı tüketim toplumunda çok satar hâle geliyor.”

    Nostalji günlük hayatta ve sinemada kendisine menfezler buluyor. Günümüzde nostalji ya da geçmiş özleminin çocukluğun özlenmesine indirgendiği dile getiriliyor. Svetlana Boym, burada ilgi çekici bir örnek verir: Eski Doğu Almanlar şapkalı hoş bir adamın simgelediği eski trafik işaretlerinin yerine daha pragmatik bir Batı Alman imgesinin geçirilmesini engellemek için kampanya başlatmışlardı. Öncesinde hiç kimse Ampelmann’a fazla dikkat etmemişti, ama artık sokak levhalarında görülmez olunca birden bire tüm ulusun sevgilisi hâline gelmişti. “Hatıraların kolektif çerçevelerinin farkına ancak yaşadığımız cemaatten uzaklaşınca ya da bu cemaat bir alacakaranlık alanına girince varırız. Kollektif hafıza çerçeveler, yas sırasında yeniden keşfedilir.” diye yazar Boym. Ona kalırsa, nostalji artık var olmayan veya hiç var olmamış evi özlemektir.

    Nostaljiyle özne, bir zamanlar sahip olduğunu düşündüğü tamlık, âhenk ve birlik duygusunu arar. Geçmiş, Gaston Bachelard’a göre olgusal gerçeklikte değil tahayyülde yer alır. Geçmiş kelimelerde değil tahayyüldedir. Çocukluk gündüz düşlerinde hayat sürer ve bu sürekli çocukluk sayesinde geçmişin şiiri yazılır. Bu sözlerin bir romancının sözcükleriyle çok daha iyi anlaşılabileceğini sanıyorum. George Elliott şöyle yazar: “Doğduğumuz yerlerde, nesnelerin bizler daha seçim yapma zahmetini tanımadan gönlümüzü fethettiği yerlerde, dış dünyanın yalnızca kişiliğimizin bir uzantısı gibi göründüğü yerlerde hissettiğimiz rahatlık gibisi yoktur.” Türk sinemasının yakın zamanlı kimi örneklerinde popüler nostaljinin dile geldiği ve çocukluğun masumiyetle özdeşleştirildiği, böylece toplumun geçmişin olaylarından sorumlu tutulmadığı görülür. Asuman Suner’in saptamasıyla, bu filmler geçmişin eleştirel bir sorgulamasını yapmaktan ziyade, donmuş bir çocukluk imgesinde geçmişi rehin alır. Türk nostalji filmleri geçmişe toplumun çocukluk dönemi olarak bakar. Geçmişi yeterince derin kazabilirsek bugün burada ta diplerde yatan duygularımızı da açığa çıkarabileceğiz. Popüler nostalji filmleri aidiyeti romantikleştirip kutsar ve bu arada onu sorgulamayı elden bırakır.

    Kollektif ve hatta bireysel belleğimiz, toplumsal ve tarihsel süreçlerle iç içedir. Geçmişi anımsarken seçimler, yorumlar, çarpıtmalar yaparız. Belleğimiz bazı şeyleri seçer, bazı şeyleri geride bırakır. Bir görme biçimi aynı zamanda bir görmeme biçimidir; bir hatırlama biçimi de aynı zamanda bir unutma biçimidir. Bellek yalnızca bir kaydetme yöntemi olsaydı “gerçek” bir anı da kaydetmek mümkün olabilirdi. Fakat bellek yalnızca bir bilgi kodlama, bilgi depolama ve bilgiyi stratejik biçimde bulup getirme sürecidir ve bu sürecin her aşamasında toplumsal, psikolojik ve tarihi etkiler söz konusudur.

    En basit haliyle nostalji, geçmişe duyulan özlemi ifade etmektedir diyebiliriz. TDK sözlüğü şöyle bir tarif veriyor: “Geçmişte kalan güzelliklere olan özlem duygusu ve bu duygunun baskın bir duruma gelmesi, geçmişseverlik, gündedün.” Beklendiğinin aksine, nostaljik bir ruh hâline sahip insan için geçmişe duyulan özlem, hüzün, mutsuzluk, umutsuzluk duyguları ile birlikte hissedilmez. Aksine nostaljik ruh hâlini taşıyan kişi, kısmen yükselmiş bir duygu durumunu da taşımaktadır. Geçmişe duyulan özlem, kişinin geçmişi andığı zamanlardan haz alması ve bu anlarda umutla dolması gibi olumlu duygularla beraber gözlemlenir.

    Bu aşamada nostalji adı verilen ruh hâlinin, normal ve patolojik olarak iki şekilde görüldüğünü söylemek gerekir. Normal, sağlıklı bir nostaljik ruh hâli, kişinin geçmişi haz ile anması ve bu sırada umutla dolmasına rağmen, içinde yaşadığı anın koşullarından ve gerçekliğinden kopmaması ile belirginleşir. Nostaljik ruh hâlinin bu sağlıklı versiyonunda dahi kişi hatıralardan haz almaktadır. Aslında bu ruh hâli, gün içerisinde neredeyse bütün insanların zaman zaman yaşadığı bir ruh hâlidir ve hatta kişiye faydalarının olduğu dahi söylenebilir. Kişi gün içerisinde stresli olaylara karşı kendi duygu durumunu olumlu olarak değiştirecek şekilde nostaljik ruh hâlini kullanır. Ancak patolojik durumların aksine, sağlıklı nostaljik ruh hâli kişinin şimdi ve burada yaşadığı gerçekliği algılamasını engellemez. Hatta o gerçekliğe daha çok yaklaşmasına, oynadığı sosyal, duygusal, bilişsel tüm rollerde daha başarılı olmasına sebep olabilir.

    Patolojik durumda olan nostaljik ruh hâlinde ise, kişi hatıralara fazlaca odaklanmıştır. Bu odaklanma kişinin o hatıralarla neredeyse “bir” olması şeklindedir. Gerçek algısı bozulmuştur, burada ve şimdide yaşaması gereken kişi aslında geçmişi şimdiye taşıyarak, bu hatıraları tekrar canlandırma eğilimindedir. Bu durumdaki kişiler, geçmişi fazlaca idealize etme, sürekli geçmişten bahsetme, geçmişi “şimdiki” dilde kullanma gibi eğilimlere sahiptirler. Bu kişilerin çoğunlukla geçmişte takılı kaldığı bir kahramanları vardır. Bu kahraman aile içerisinden ya da aile dışından olabilir. Kişi bu kahramanda büyük bir güven duygusu bulabilir ve hatta zaman içerisinde o kahramana benzemeye de çalışabilir. Bu sebeple patolojik boyutta nostaljik bir ruh hâli taşıyan kişiler, davranışlarıyla idealize ettiği geçmiş kahramanları hatırlatırlar.

    Nostaljik ruh hâli daha çok bir yaşayış şekli gibidir. Gerçekten geçmişe kaçış. Bu yönüyle nostaljik halet-i ruhiyenin bir kaçış stratejisi olduğunu söyleyebiliriz. Bugünün acı gerçekleriyle yüzleşmek yerine, şanlı mazinin serinliğine sığınmak. Şanlı geçmişle yaşayan kişi, bugünün gerçekliğini görmek istemez ve bu nedenle geçmişi az ya da çok çarpıtarak idealize eder.

    Nostaljik ruh hâline sahip olan kişi, sürekli bir özgüven yükseltme ihtiyacı hisseder. Hatta bizzat kendi nostaljik yaşayışı da bu özgüven hissini sürekli yükseltmeye yöneliktir. Bu sebeple kendi narsistik ihtiyaçlarına hitap edecek şekilde kişi, yaşadığı nostaljik dünyayı da genişletme ihtiyacı duyar. Başka insanlara yaymak istediği bir dünya algısı ve kabullenişi vardır. Kişi kendi nostaljik dünyasını ötekine sık sık anlatır; beklentisi ötekinin de bu dünyadan etkilenmesi, onun yaşadığı duyguları yaşaması yönündedir. Ötekinin kendi dünyasına ilgisiz kaldığını gördüğü durumlarda kişi öfkelenmeye başlayabilir. Ötekini de bu nostaljik ruh hâliyle coşkulandıramamak, aslında bir yenilginin de varlığını hissetmek anlamına gelir. İç dünyası herkes tarafından kabullenilmemektedir. Acaba kişi bu “var olmayan ülkeye” fazlaca mı güvenmiştir? Kişinin bu iç dünyasının izafi varlığını ona hatırlatacak olan gerçekle karşılaşmalar, doğal olarak onun tepkisini çeker. Dış gerçekliğin farklılığı ve kişinin o dış gerçekliğe bugünden bir cevap veremeyecek durumda hissetmesi endişe ve öfkeye yol açar. Fethi Benslama, buna “kendi olma ümitsizliği” adını veriyor. Kendi olmaktan yorulan, kendi sorunlarına bugünden bir ümit üretemeyen kişi giderek bir köken mitolojisine sığınır ve kaybettiği öz güvenini geçmişin koridorlarında arar.

    Nostalji bize bir tarihsel süreklilik duygusu verir. Geçmişi idealize eder ve kendi kimliğimizi de oraya yerleştirmek suretiyle “şanlı geçmiş”ten kendimize bir pay biçeriz. Bugünün dertlerinden geçmişin serin gölgesine kaçar ve orada kendimizi daha güçlü kılarız. Aslında geçmiş özlemi bir yanıyla da modern zaman fikrine bir başkaldırı, ilerleme ideolojisine açılan bir bayraktır. Nostaljik kişi tarihin akışını durdurmak ve onu özel ya da kollektif bir mitolojiye dönüştürmek ister. Zamanın geri çevrilemezliğine teslim olmayı reddeder ve bir mekânı ziyaret eder gibi, tekrar tekrar tarihi ziyaret etmek, hatta orada otağ kurmak ister. Altın çağ mitosu, bugünün zayıflığına bir panzehir olarak sürekli diri tutulur. Devrini tamamlamış ve gitmiş olan geçmiş, kısa bir süreliğine de olsa bugün kılınarak kendimize itikadımızı tazeler. Nostalji kafayla kalp arasındadır: Kafa şu an en latif duygularla hatırladığımız geçmişin tam da öyle olmadığını bize söylerken, kalp bu duyguda rahatlama ve teselli bulur. Bugün hemen erişemediğimiz o geçmiş, hem çok değerli hem de idealdir. Geçmiş asla geçip gitmemiştir nostaljik kişiye göre, geçmiş gelecek kadar belirsizdir ve her zaman yeniden inşa edilmektedir. Nostalji insanı aslında geçmişte saklı olan bir duygu veya ruhu yeniden yakalamak istemektedir. Böylece geçmiş özlemi, varlığımıza yüksek bir mana aramanın bir yöntemi hâline gelir. Nostalji üzerinden şanlı mazideki mutlu günleri hatırlar ve şanlı mazideki mutluluğun, şan ve şerefin izini süreriz. Ne de olsa geçmiş, bugün gibi ayaklarımızı bağlamaz. Bu bakımdan geçmişe özlem, aslında bir yandan da bugün nerede ve kim olmak istediğimizi söyler bize.

    Nostalji bir anlamda geçmişle barışmanın yoludur. Geçmişin, geri gelmeyecek kadar uzağa gitmiş olan geçmişin bir tür ehlileştirilmesi, bir şeytan kovma. Ülküleştirilen şey yitmiş gitmiştir ancak yine de özlenmektedir. Ancak gerçekte onu geri getirmenin mümkün olmadığını da biliyoruzdur. O ancak imgelerle geri gelir. Öyleymiş gibi yaparız. Geçmiş olaylar öyle bir yeniden inşa sürecinden geçer ki izleyici onu bugünde yaşantılar. O zamanın nasıl olduğuna değin bir hayal kurar ve geçmişin temsillerine duygusal olarak bağlanır. Evet, bu bir tahayyül işlemidir ancak yine de izleyiciden bilişsel bir tepkiye gereksinir: Temsil asla gerçeği ikame edemez. Geçmişin sonsuza dek yitip gitmiş olduğu bilgisi yürek yakar. Nostalji, geçmişin temsili ve gerçeği arasındaki boşluğa oynar. O boşluğu yenme arzusunu ve kaybedilmiş olanı telafi etme isteğini dile getirir.

    Mesele, geçmişe dönmek ve oradan kendimize bugün yoksun olduğumuz değerleri çıkarıp yapıştırmak değil, burada ve şimdi kalarak kendimizle yüzleşmek, “olmak cesareti”ni gösterebilmektir. İnsanın ve milletin ruhsal esenliği, ne kadar acı verici de olsa, hakikatle yüzleşebilmektedir.

    Hakikat yaralar, yalan ise öldürür.