Sarmaşık; Nam-ı Diğer Aşk

Feridun Zaimoğlu

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Bu güzel bir fırsat, BENİM TIRMANAN SARMAŞIĞIM! BENİM İLKBAHARDA AÇANIM!, eski modayı takip etmek için: Sana olan sevgimi bir yaprağın üzerine yazıyorum ve –şayet engelleri aşmayı başarabilirsem- bu yapraklar çok olabilir. Senin her zaman dediğin gibi, iffetsizlik gözlerimden okunuyor. Sen okurken, ben omzunun üzerinden bakıyorum. İlkin: Tövbekârların canı cehenneme! Fena bir kavgaydı o, ben de katacağımı kattım, başlayacak olan çatışmanın alarmını ise sen verdin, o lanet olası toprak saksıyı metruk evin içinde sürüklemek istemediğimde. Nereden bakılsa diz boyunda görülen o saksı, öyle kolay kolay yerinden oynamazdı ve benim de bunca saatlik temizlik işinden sonra ağır bir atletizme girişmek istemiyordu canım. Bu bir argüman mı? Kaytarıyor muydum, araç gereçlere bir kahve molası boyunca elimi sürmediğimde? Ha evet, bu arada- neden busesiz bir şekilde, kendi sessizliğinde kalakalıyorsun? Benim bir türlü kıramadığım bir direniş bu. Oturma odasında saray protokolünü hiç çekemem, sen kalbimi ve tüm kılcallarımı bilirsin: Suskunluğa bürünmüş karısının yüreğine ayak topuğuna batan bir kıymık gibi giren, hiçbir sezgiye sahip olmadan yaşar gider yakında. O kendisine neler olduğunu bilmeyecek ve sonunda, o aptal şeyin, kalbi duracak belki de. Biliyorum, biliyorum; kriz bölgesinin etrafında daireler çizip dönüyorum ve büyük laflar edip zil oyunları oynamak benim en büyük özelliğim.

    Tekrar kavgaya dönelim. Saksı, neticede senin istediğin yerde duruyordu, ecza dolabının yanında. Balkon kapısının sol kanadı ise açılmıyordu ve bunu gösterdiğimde, sen bana, homurdayan bir koyun olduğumu söylemiştin, ama hayır, bana kesinlikle vızıldayan eşek arısı demedin, bundan çok eminim. Sen öfkende öyle hiddetliydin ki, az kalsın üzerindeki keten iş gömleğini yırtıp atacaktım. Göz kapaklarımın seri bir şekilde açılıp kapanmasıyla birlikte bir çiçekler rüyası geldi geçti gözlerimin önünden, ama senin öfken geçmedi. Ve o gün -evvelki gün değil miydi o gün?- soğuk kışı geçirmeye hiç hevesimiz yoktu; sen her ne kadar her mevsimde beton ve çimentoyla kaplı duvarlar arasından yukarı doğru süzülsen de – artık yine yaz olsun istiyoruz, ve o zaman iskete kuşlarına, kargalara ve tabii ki güvercinlerin gagalarının önüne fındık kırıkları serpeceğiz.

    Bir süredir sevgimizdeki hiddetin sebebini arıyorum, ve ilkin buz gibi bir soğuk geliyor aklıma. Sen yüksek sesle dinlediğin müzik eşliğinde ev temizliği yapılmasını seviyorsun, ve arada bir, uzun saplı paspası, bez için süzgeçi olan kovanın içine daldırıyorsun, ve daireler çizerek dans ediyorsun, baştan ayağa bir kargaşa. Ben militanlık fetişistiyim ya, barbarlığın beni coşturuyor, zira tam anlamıyla barbarcasına davranıyorsun o anlarda, çünkü sıradan insanın o kendine özgü hakimiyetini cehennemin dibine gönderiyorsun. Ama beni pek az ikna eder o kızgın rokçu, burnundan karga gibi öter ve sanki bir çaydanlık, bir kasabın melodisini öttürüyormuş gibi gelir insanın kulağına. Var olan tüm teneffüs avlularındaki yeni yetme delikanlı yığınları onun milli marşını derin bir coşkuyla haykırır, hâlbuki o adam kendisini insanı kusturacak derecede halka karşı duyarlı biri olarak göstermektedir. Neyse bırakalım bunu, ben belirli yaş gruplarına has müzikleri gönüllü olarak dinlemediğime göre…

    Diyorsun ki: Biliyor musun? Kürkün yıkandıkça iyileştiği gibi iyileşiyorsun – yani hiç! Benim fobim insanlar ve seni seviyorum, sonunda bu kalıyor geriye. Mate çayını on kere demleyip o acı içeceği güzelim etini kemiklerine kadar eritmek için içiyorsun diye sana sitemde bulunuyor muyum? Bulimi hastası gençlerin erkek çocuğu tipli silüetleri beni hiç etkilemez, çünkü ben güzel eşimin modasına uyarım, bu hususta adeta katı bir doktrinciyim! Ve sen benim kalbimsin.

    Şunu tespit ediyorum: Kış, bir rokçunun şarkı söyleyişi. Kir ve fayanslardaki izlerle boğuşmak – bir cumartesi sabahında acemi er gibi yoklamaya hazır olmak istemiyorum. Ama, boyun eğdim, değil mi? İşler ilerledi, silip parlattım ve fırçalayıp temizledim, banyo ve mutfak taze limon kokuyordu. Kirleri temizlemekte kuvvetli iken, yüzeylerde zayıftım! Sonra, sana saldırıp barbarlığını uyandırabileceğimi düşünürken sen, gündemin son maddesinin icra edileceğini söyledin; fayansçı bir saat sonra kapatıyormuş… Ben eczadolabı ve saksının arasında duruyordum, hormonla yıkanmış ve tüyleri kalkmış bir horoz, çıtçıtlı gömleğimi bile yırtarcasına açmıştım ki göğsümün üzerindeki ter tabakası gözünden kaçmasın – ve sen ikinci el astragan ceketine giriverdin, kaba örgülü şalını boynuna sardın ve sabırsızca anahtarlarla oynamaya başladın, benim de acele etmem için. Ben de dayanamadım, ve evet, lanet olası saksıya tekme attım, ama bu ona acı vermedi.

    Fayansçıdaki satış elemanını daha ilk bakışta gözüm tutmadı. Traş kızarıklarına bebe pudrası sürdüğünden şüpheleniyordum. Tam bir enayi. Ceketinin omuz vatkaları kollarının üstündeydi. Yakalarında kepekler. Topak burunlu. Adem elmasının üzerinde kirli sakal. Sana sürekli dik dik baktı, sana kartvizitini verdi. Sahneye bir bakın, ben, senin tutkulu sevgilin kenarda duruyorum, ve o kıyma suratlı adi, sana kartvizitini veriyor. Ve ne konuşuyor bu adam? Çinilerden bahsediyordu, fayanslardan. Kabartma fayans. Hatlı fayans. Kenar fayansları. Yalın fayans. Örgülü fayans. Fayans şeritleri. Elle boyanmış fayans. Balık sırtı desenli çiniler. Lavanta mavisi fayanslar, şeftali, somon, erguvan rengi ve mühür mumu kırmızısı. Öyle ki, sonunda bir fayans uzmanı önünde eğilir ve elini öperdi, ve benim de araya girip ‘ʻBana bak, sen şimdi başka yere doğru fayansla bakiym!ʼ’ diye tıslamam senin bayağı canını sıktı. Arabada küstün, evde küstün, ebediyetin yarısına kadar küstün, ta ki ben artık dayanamadım ve trene binip Kielʼe gittim. Kiel, evim hâlâ orada diye senin nefret ettiğin şehir. Bunun için yeterince kavga etmiştik.

    Evdeki iki elektrikli soba da bozuk, mutfakta ateş gibi kızgın radyatörün yanında oturuyorum. Kafamdakileri attım gayya kuyusuna, posta kutumu boşalttım ve ev bakıcısı kadınla ayaküstü sohbet ettim. Artık kilitler için buz çözücüsü almaya karar verdiğinden bahsediyordu, çünkü arabanın kilidine deli gibi sıcak nefesini üflemekten bıktığını söylüyordu. Ve tanımadığı hâlde sana selam söyledi.

    Benim sarmaşığım, çiçek açanım: Kış hele bir geçsin. Ben sevgi konusunda doyumsuz ve açım, ve seni öpüyorum ve gülümsediğinde yanağında beliren gamzenden öpüyorum.

    Kocan