“Daimi Yolculuk”ta Karşılaşmış Dört Yolcu Guénon, Schuon, Burckhardt ve Lings…

Melek Paşalı

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Yirminci yüzyılın başlarında, Avrupa’da dünyaya gelen ve hemen hemen yaşıt olan Fritjof Schuon, Titus Burckhardt ve Martin Lings’in yolları muhtemelen kendilerinin de tahmin edemeyeceği bir ilginin rabıtasıya kesişir ve zamanla aynı merkeze doğru yönelmeye başlar.

    Schuon 1907’de Basel’de, Burckhardt 1908’de Floransa’da ve Lings ise 1909’da Manchester’da dünyaya gelir. Aristokrat bir ailede dünyaya gelen Burckhardt’ın babası heykeltraş Carl Burckhardt, amcası meşhur sanat tarihçisi Jakob Burckhardt’tır. Bir müzisyenin oğlu olan Schuon ile Burckhardt, birinci dünya savaşı yıllarında, Basel’de aynı okulda eğitim alır. Manchester’da bir köyde dünyaya gelen Lings’in protestan olarak başlayıp oradan ateizme uğrayan yolunun onlarla kesişebilmesi içinse, Oxford’da İngiliz Dili ve Edebiyatı okuması ve üniversite ortamında Guénon’un eserleriyle karşılaşması gerekecektir. Schuon ve Burckhardt’ın gençlik yıllarında başlayan “doğu” merakı, yollarının Guénon’a çıkmasına çoktan sebep olmuştur bile. Schuon babasının genç yaşta vefatı üzerine annesiyle Fransa’ya taşınır, eğitimini yarıda bırakıp farklı işlerde çalışır, bir yandan da Arapça öğrenmeye başlar. Burckhardt ise “Batı’nın ne kaybettiğini” bulmak için Fas’a gitmeyi tercih eder, orada Arapça öğrenir, çocukluk yıllarından itibaren içinde bulunduğu ve gençliğinde artık vakıf olduğu Batı sanatının yanı sıra İslam sanatına yönelir.

    Bu üç yoldaşı aynı yöne çeken mıknatıs kuşkusuz René Guénon’dur ve hepsinin “üstad”ı olacak konumdadır. Fransa’da 1886’da dünyaya gelen Guénon, hakikat arayışında birçok yerde konaklamış, bütün ezoterik ve mistik oluşumları bizzat yerinde görüp ardında bırakmış ve İslam’da karar kılmıştır. Spiritualizmden Masonluğa, Hinduizmden Hristiyan mistisizmine kadar geniş bir yelpazede, ‘‘aranmakla bulunmayacak olan’’ın arayışıyla geçen gençlik yıllarının ardından Guénon, 1912’de Şazeli tarikatına mensup şeyh Abdurrahman İlliş el Kebir’e intisap ederek, merkezini bulmuş sarkaç gibi durmuş ve durulmuş, artık kök salmaya başlamıştır bile. İslam tasavvufu ve metafiziği alanında yazdığı metinler ise çoktan Schuon, Burckhardt ve Lings’in dikkatini celbetmiş, henüz yüzyüze görüşmemiş olsalar da, aralarında zihinsel bir rabıta başlamıştır. Schuon daha on altı yaşındayken Guénon’un Orien et Ocident kitabını okumuş ve adeta büyülenmiştir. Rabıtalarının başladığı ileriki yıllarda Schuon, Guénon’un kitaplarını açıklayan bir halefi gibi olacak ve çok geçmeden bu zihnî ve kalbî yakınlıktan neşet eden, ortak eserler de zuhur edecektir.

    Müslüman olduklarında Guénon, Schuon ve Burckhardt 26 yaşındadır, Lings ise 29… Müslüman olma şekilleri de ilginç benzerlikler ihtiva eder. Farklı yaşam çizgilerinden gelen bu dört genç aynı manevi merkez tarafından celbedilirler; Şazeliye Tarikatı.

    Guénon, daha önce Müslüman olmuş bir Fransız arkadaşı vasıtasıyla bağlanır Şazeliye’ye. Schuon’un Müslüman olma yolu, mizacı gibi biraz daha “zor”dur. Kendini Müslüman olmakla burun buruna hissetmesine rağmen yine de emin değildir, “her şey takdiri ilahi” der bir arkadaşına yazdığı mektupta. Çok bunaldığı bir gün Tanrı’dan bir işaret ister, artık o işarete göre hareket edecektir. Dışarıya çıkar ve yolda Afrikalı Müslüman askerlerden müteşekkil bir grubun geçmekte olduğunu görür; mesaj anlaşılmıştır ve Schuon Müslüman olur. Bu dönemde mektuplaşmakta olduğu Guénon’dan kendisine bir şeyh tavsiye etmesini rica eder. Çok sürmez, yolu Cezayir’e, Şeyh Ahmet el Aleviye’nin dergahına düşer, orada şeyhe biat eder. Biat ettikten sonra eline geçen, Guénon’un cevabi mektubunda da aynı isim yazmaktadır: Şeyh Ahmet el Alevi!

    Burckhardt’ın Müslüman oluşu daha sade bir hikayedir. Arapça öğrenmek ve Doğu’yu yerinde görmek için gittiği Fas’ın Fez şehrinde çok sürmeden İslam’ı seçer. Orada tanıştığı Şazeli/Darkavi dervişleri vasıtasıyla tarikata intisap eder. Biat etmeden önce getirildiği odada yaşadığı tecrübe ilginçtir; “kendisini çevreleyen dervişler sanki Schuon’un süflorleri gibidir ve her tarafını kuşatmışlardır.”

    Lings’i Müslümanlığa taşıyan yol da yine Afrikalı dervişler üzerinden geçecektir. 1934’de göçen Şeyh Ahmet el Alevi’nin kendisine olmasa da, “yol”una vasıl olmak nasip olur ona da. 1938’de Aleviye tarikatına intisap eder, 1939’da ise on dört yıl ikame edeceği Mısır’a gider. Kahire Üniversitesinde Shakespeare üzerine dersler verir, bir yandan da Arapça öğrenir. Aynı yıllarda Guénon da Kahire’nin kuytu bir mahallesinde ikamet etmekte, ancak çok az insanla görüşmektedir. Bu insan seçiciliğin bir sebebi olarak uzlet gösterilse de bir başka sebep olarak Guénon’un Masonlar tarafından zehirletilme korkusu zikredilir. Nitekim uzun ve ağır hastalıklarında bu korkudan mütevellid, doktor istemediği, yalnız bir kere Lings’in getirdiği Müslüman bir doktoru kabul ettiği bilinmektedir.

    Çocuklukluklarından sonra yolları ayrılmış olan Schuon ile Burckhardt’ı gençlik yıllarında tekrar biraraya getiren, Lings’i Kahire’de Guénon ile buluşturan manevi cezbe noktası, çok sürmeden bu dört Avrupalı insandan yüzlerce eser neşet ettirecek, adeta içlerinde saklı olanı açığa çıkaran bir saik olacaktır. İngilizce, Almanca ve Fransızca eserler veren bu dört yoldaşın, bugün Türkçeye en çok tercümesi yapılan müellifi kuşkusuz René Guénon, Türk okurlarınca en çok tanınanı ise Martin Lings olsa gerektir. Guénon, Schuon ve Burckhardt’ın eserlerindeki yüksek entelektüel seviye ve Gelenekselci Ekolün kendine has batılı terminolojisinin yerine Lings’in eserleri daha ziyade tasavvuf terminolojisine yaslanmaklığıyla öne çıkar. Hz. Peygamberin Hayatı isimli eserinin kendine mahsus edebi dili ve bütün sünni görüşleri kuşatan geniş zaviyesi, Müslümanların gönlünü fethetmesinde kuşkusuz önemli bir vesiledir.

    Lings’i Türk okuyucusunun hafızasına kazıyan bir diğer eseri ise 20. Yüzyılda Bir Veli’dir. Tamamen kendine özgü bir teknikle kaleme alınmış, “modern menkıbe” statüsünü kimselere bırakmayan bu orijinal eser, Martin Lings’in hiç görmediği ama feyz menbağı olan Şeyh Ahmet el Alevi’nin, aynı zamanda bu dört yoldaşa da “rehberlik” etmiş olan insan-ı kâmil’in portresini çıkaran ölümsüz eseridir. Eser üçlü bir iskelet üzerine kuruludur. Birinci bölümde Şeyhin menkıbesi ateist olan Fransız doktorunun nazarından “dışarından görünüş”üyle, dervişlerinin nazarıyla ve çevrenin tasviriyle örülür. İkinci bölümde, tarikatın “öğretisi” işlenir. Üçüncü bölümdeyse bizzat Şeyhin eserleri üzerinden “yol” açıklanmaya çalışılır.

    Ve aslında her şey başa döner böylece. Avrupa’nın farklı noktalarından gelen bu dört yolcunun neden bu durakta durdukları en iyi Şeyhin kendi cümlesinde açıklanmış olur: “Bize ihtiyacı olanlar bizi bulur!”