Yarın Kadar Yakındır Aslında Mezar ve Ahiret

Kadri Akkaya

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Kış aylarından zemheriydi. “Kazma kürek yaktırır” cinsten yani, çok soğuktu. O kadar ki, Allah dostu sevenlerine sohbeti, mutad yerinde değil de, ocağın yandığı ve sacayak üzerinde çorbanın kaynadığı ocak başında yapıyordu. Kırklar, bu küçük mekana zar zor sığmışken, bir de biz kanat çırpıp önce hayata konup, sonra aşlığa kadar sokulup kendimize bir yer bularak, şimşir tas içinde ikramı kesin olan, tahıl tanelerinin doldurulmasını bekledik. Ocak ateşine kuru çam ve köknar dalı sürmeye çalışan Sultan Ana’nın işaretiyle, kedilerin bakır süt sahanı yanındaki boş olan tas, hemen Guzali tarafından bizim için arpa ve buğday taneleriyle dolduruldu.

    Allah dostu: “Erenler, işte kul hakkı meselesi budur.” dedi. Gülümseyerek ve bize nazar ederek: “Bir de kuş, yılan ve çıyan hakkı var.” der demez, oradakilerin hepsinin latifeden dolayı, bize gülümsediğini ve gönüllerindeki tüm yaradılanlara sevgilerinin içimize doğru akıverdiğini hissettik. Allah dostu hafifçe öksürüp, taliblerinin göz ve kulaklarının, kendisiyle tekrar tam rabıtaya geçtiklerine kâni olunca: “Nefsinizi öldürdünüz ve Rabb’inizi bilerek tekrar oldunuz. Son nefese kadar imtihan bitmez. Seyr ü sülûkünuz devam ediyor. Hepiniz avucum içindeki közler gibi, ham özleri pişirmeye yetkin hale geldiniz. Sizleri, göç edeceğiniz yeni mekanlardaki gönülleri yakmanız; iyiliğe destek ve kötülüğe bend olmanız ve her ne tür can olursa olsun dertlerinin azaltılması ve de en önemlisi, yaradılanların yaşatılması uğruna cehd etmeniz için, bundan sonraki konacağınız yerlere saçıyorum.” diyerek sağ elini ve kolunu savurdu. Müridlerin çoğu birden yok olmuş; Allah dostu, Sultan Ana, birkaç mürid ve iki ak güvercin ile bizler kalmıştık. “Allah yollarını açık etsin! Kondukları illerde ocakları sönmesin!” diye dua etti, Sultan Ana.

    Hepsi yeni bir yere konmak için uçurulmuşlardı. Biz de kanat çırpıp yola koyulduk. Yol, çetin; yol uzun. Vara, vara; Harakani’nin ocağını bulduk ilk. Ocağı tütüyordu. Kendisi, bu arada şehid olmuş, diyarı Rum kapılarından birisi, Kars ilinde medfundu. Her menzilde olmazsa bile, ara sıra birinin konduğu yere ulaşıyor ama onların da terki dünya ettiklerine şahid oluyorduk. Kondukları yeri yeşertmişler, mamur etmişler ve her kim olursa olsun, cazibesinden uğranılınca her fırsatta kül aşların pişirilip ikram edildiği yerlerde, yanan ocakları sönmüyordu.

    Hoca Ahmed Kazakistan’a, Alper Bey, Gilan üzerinden Kerkük’e konmuş; Batu Bey Süryani ve Nasrani’ler ile Mardin’de dost olmuş, Saru Saltuk ise Tuna boyunda kullara aş ve iş vermekle uğraşıyordu. Hacı Bayram Veli Ankara’da, Edebalı Söğüt’te Osman Bey’e öğütçü olmuş ve Bilecik’de bilinen yerinde medfundu. Kızı Malhatun’un torunu sömürülen köylülerce Gelibolu’da kurtarıcı olarak karşılanmıştı. Somuncu Baba’nın en az iki, Yunus Emre’nin ikiden de fazla mezârı vardı Anadolu’da. Kenzi Hasan’ın ise, Manisa ilinde kaybolmuş ve şehrin tam ortasında çiğnenen mezarı tekrar bulunmuş; gelip geçenler ihlasla Fatiha mırıldanıyordu. Kimisinin sulbünden Bacı ve Evlad-ı Fatihan’lar; ya Ciğerdelen’de ya da diğer Tuna boylarında, vücudlarını diri ve ruhlarını uyanık tutmaya gayret ediyorlardı.

    Cağrı Bey, eşi Aybike Hatun ile konacağı yere varamadan Mekke’de medfun olmuşlar. Yoldaşları Gülpembe Hatun ile Bekiralp Kahire’de, el-Türki’ler mahallesinde cüzzamlıları tedavi eden başarılı bir attar dükkanı işletmişler. Kudüs’te Mümin kanı döken haçlıların çıbandan dertlileri bile, onların methini duydukları merhemini elde edebilmek için, kim oldukları da ortaya çıkmasın diye tebdili kıyafetle koca Sina çölünü geçerek derdlerine derman aramışlar. Niyazi Mısri’yi Limni de, hem de ‘‘Allah bir’’ diyenler katl etmiş; Tırnovo’lu Amiş Efendi Fatih Camii türbadarlığına nasib olmuş ve 116 yaşında orada toprağına kavuşmuş.

    Marmara Denizi üzerinden Balkanlara doğru uçarken solumuzdaki yarımadanın topraklarında yatan yüzbinlerce şehidi, şairin ‘‘Bu taşındır diyerek diksem Kâbe’yi başına’’ sözüyle andık.

    Çağımız, hafızamızla günlük davranışlarımız arasındaki irtibatın ziyadesiyle az olduğu bir devir. İstanbul’un Ayrılık Çeşmesi beton ağaçlarından az, Kılavuzçayır’ı hiç görünmez oldu. Buna mukabil, Medine Müdafii Fahreddin Paşa,Yahya Kemâl Beyatlı, Tevfik Fikret, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Neslişah Sultan gibi diğer ünlülerle beraber İstanbul Aşiyan Mezârlığı’nda sessiz ve sırlarıyla yatmakta.

    İstanbul’un bir diğer bilinen mezârlığı Zincirlikuyu, Türkiye’nin modern bir şekilde düzenlenmiş, ilk asri mezarlığı. Buraya, zamanından beri, Müslümanların yanısıra, aynı zamanda herhangi bir dini inanca sahip olmayanlar da defin edilmeyi tercih etmişler. Ayhan Işık, Belgin Doruk, Kemal Sunal ve Muammer Karaca, Osman Seden gibi film ve tiyatro sanatçıları; Vehbi Koç, Sakıp Sabancı gibi ünlü işadamları; Erdal İnönü, İsmail Cem, Nihat Erim ve Şükrü Saraçoğlu gibi siyaset erbabı da bu mezârlıkta.

    Ah, ah Eyüp; anahtarı yitik, kilitli sandık. Hacı Bektaş Veli halifesi Karacaahmet’in ismiyle anılan ünlü İstanbul mezârlığı 750 dönümle Türkiye’nin en büyük mezarlığı. Buradaki mezarlardaki yüzyıllık şahideler tarihçilere, antropologlara, dilbilimcilere ve kültür bilimcilere birinci dereceden belge niteliği taşıyan ve taş işçiliği şaheserleri olarak da kabul edilen kültür varlıklarındandır.

    Allah, Resul’üne vefat edince, Ashab-ı kiram tarafından Mescidi Nebevi’deki toprağa defin edilmeyi nasib etmiş. Ashab-ı Kiram deyince Medine, Medine deyince de Cennet’ul Baki Mezarlığı ve orada medfun Resulullah’ın kız kardeşi Rukiyye, oğlu İbrahim ve ilmin kapısı Ali’nin oğlu Hasan ilk akla gelenlerdir.

    Resül’ün ‘‘Bugün salih bir kardeş vefat etti’’ diyerek ölümüne üzüldüğü Kral Necaşi, Avrupa Hristiyanlarının tabut ile defin geleneğinin aksine salt bir kefen ile doğrudan toprağa verilmişti Habeşistan’da.

    Paris’in kendisinin markalaşmış olması gibi, Batı’daki mezârlıklar içinde en bilineni de şehrin Père Lachaise Mezârlığı’dır. 44 hektar alanı ve 70.000 mezarına yılda üç milyona varan ziyaretçisiyle de aynı zamanda bir ünlüler mezarlığıdır. Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya da burada defnedilmişdir.

    Budapeşte’de Gül Baba’nın ‘‘kesret içinde vahdet’’ sohbetini sessizce dinledikten ve Viyana’nın Kutsal Stephan Katedralı’nın kule tepesindeki kimine ‘‘kızıl elma’’ kimine göre ‘‘altın küre’’ üzerinden süzülerek Türkenschanz parkında toprak olan isimsiz akıncılara Yasin okuduk. Sonra, Tuna’nın göze kaynağı Kolmenhof’daki taş oluktan akan serin ve duru pınardan su içtik.

    Halka hizmeti Hakk’a hizmet aşkıyle yerine getiren Güney Almanya Müslümanlarının saba makamında okudukları sabah ezanını ve Ludwigshafen’da Ehlibeyt’i seven canların semâha durmalarına ve gülbang-ı Muhammedi söylediklerine tanık olduktan sonra kuzeye doğru uçmaya devam ettik.

    Esir edildikten sonra yeni çevresinde Johann Soldan olarak bilinen ve Brackenheim’da bir kilise köşesinde zadegan olarak gömülen, eski Selçuklu siphahisi Selim Bey’i de selamlayarak, ikinci Viyana kuşatması sırasında esir düşmüş Hannover’de Hassa(n) ile Mehmet von Königstreu’nun mezarlarını ziyaret ettik. Baş ucundaki park yoluna gelişigüzel serpilmiş ekmek kırıntılarını, nimetler çiğnenmesin diye yiyerek ve rahmetlilerin birkaç kez abdest aldıkları Leine Nehri suyundan da içerek yol yorgunluğumuzu iyice giderdik.

    Son olarak Londra Highgate Mezarlığı’nda gömülü Karl Marx’ı ve Brookwood Mezarlığı’nda eğitim uçuşlarında şehit olan ondört Türk hava subayının şehitlikleriyle son Osmanlı Halifesi Abdülmecid’in eşi Atiye Hanım ve kızı Dürrüşehvar Sultan’ın mezarlarını ziyaret ettik.

    Bütün bu ziyaretlerin ardından, Hollanda sınırına yakın ünlü üniversitenin yeni açılan İslam Teolojisi kürsüsüne profösör olarak atanan zatın, başlangıç dersinin bir bölümüne ise anfi penceresine konarak şahid olduk. Konusu ‘‘kadim kültürlerde dini bir gelenek olgusu olarak mezarlar ve Avrupa’daki Müslümanların mezarlıkları’’ idi. Şöyle diyordu: “Her medeniyetin, dönemin, dinin kendine has mimari özellikleri olan mezar taşları ya da mezar mimari yapıları vardır. Eski Mısır firavun mezar piramitleri, Amasya’daki eski kaya mezarlıkları, Bursa’daki türbeler ya da Avrupa’nın metropollerindeki modern mezarlıklar bu çeşitliliğe örnek teşkil ederler. Günümüzde ölüler –genellikle toprağa- çeşitli şekillerdeki gelenekler çerçevesinde gömülür ya da yakılan vücudun kül olmuş halinin defin işlemi denizlerde, atmosferde, deniz altında veya nadir olarak da küllerin kristalize edilerek saklanması şeklinde gerçekleşebilir.

    Höyük mezarlar, anıt mezarlar, şehit mezarları, devlet mezarlıkları, kimsesizler mezarlığı, sanal alemde digital mezarlar.

    Almanya’da ölen insanlara, ölü doğmuş ve 500 gramın altında olmayanlara defin işlemi zorunludur. Defin, ölümün tespitinden sonra en erken 48 saat sonra yapılabilir. Defin işlemi vücudun tabut ile beraber toprağa verilmesi ya da yakılmış vücud küllerinin, denize ya da havaya savrulması suretiyle yapılabilir. Bazen de küller için özel olarak ayrılmış, ağaçlık veya çayırlara savrularak yapılır.

    Gıda ve giyim sektöründen sonra, en karlı ticari yatırım da cenaze hizmetleri üzerine olan yatırımdır, denebilir. Almanya’da cenaze ve defin işlemleri konusundaki işletmeler yılda toplam sekiz milyar avroluk ciro yapmaktadır. Toplam 33 bin mezarlıkta neredeyse 30 milyon mezarın bakımı için de yılda iki milyar avro harcanır.

    Nüfusun neredeyse dörte birinin yaşlılardan oluştuğu ve tek başına yaşayanların gittikçe arttığı ülkede, vefatları haftalar ya da aylar sonra ortaya çıkan, kimsesi olmayan insanların, kamu kurumlarınca anomim cenaze defin ve merasim masrafları gibi, vergi mükelleflerine düşen meblağ da gittikçe artmaktadır, diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi.

    Taş işleme ustası Olaf Höhnen’in eseri olan, savaş ertesinde kurulan Köln Ticaret Odası’nın ilk başkanının mezarını, günümüzün tipik Hristiyan mezar mimarisinin bir örneği olarak görmek mümkündür. Avrupa ve Almanya’nın geleneklerine uygun ama din ağırlığı nispeten az olan bir mezar örneğine ise eski Köln Belediye Başkanı Norbert Burger’in mezarı gösterilebilir.

    Yahudi Mezârlığı da kutsal bölgelerdendir. İbranice ‘‘sonsuzluk evi’’ olan mezarlıklar ve mezarlar, asla kaldırılmamalı ve rahatsız edilmemelidir. Geleneksel olarak ölülerin ayakları Kudüs’e doğru çevrilidir ama bu kati bir kural da değildir. Türkiye’deki Ortaköy, Budapeşte’deki Kozma ve Berlin’deki Weissensee ya da Köln’deki Deutz, ünlü Musevi mezarlıklarındandır. Buralarda Oppenheim’ler, Offenbach’lar; Moses Hess ve Yahudi kökenli Alman işçi hareketi önderleri defnedilmişlerdir.

    Bilindiği gibi Müslümanlar, mezara sağ yanları üzerine ve yüzleri Kabe’ye dönmüş bir şekilde, tabutsuz ve sadece kefen ile yerleştirilirler. Mezar taşlarında motif ve süslemelerden başka genellikle, ölülerin doğum ve ölüm tarihi; haklarında yazılan bir söz, şiir ve çoğu kez Hüvel Baki, yani ‘‘baki olan O’dur, Allah’dır’’ ile el-Fatiha yazılmış olur.

    Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinde genellikle tabutsuz define izin yoktur. Çok az sayıdaki kimi mezarlıklarda tabutsuz şekilde gömme işlemine izin verildiğinden ve mezarların belli bir süreden sonra kaldırılabileceğini de göz önünde bulunduran Müslümanlar, Avrupa’da vefat eden ölülerini çoğu kez göçtükleri ülkelerde defnederler.

    Hindular dini akidelerinden dolayı -ölenlerin tekrar başka bir canlının vücudunda dünyaya geleceklerine inanmalarından dolayı- dini geleneklerinden saydıkları, ölülerinin kamuya açık yakılması törenini, Almanya’da yerine getirememekten dolayı sıkıntı çekmektedirler. Budistler de vefat edenlerinden, yani ölüyle beraber evlerinde yapmak zorunda oldukları ayrılık törenlerini gerçekleştirememekten dolayı dini vecibelerini yerine getirememiş oluyorlar.

    Kimi mezarlıklar ise bugün birer açık hava müzesidir. Ahlat’daki Şelçuklu’dan kalma mezarlık bunların belki de başında gelir. Hem hüzün hem de zerafet dolu buradaki mezar taşları, taş oyma işçiliğinin en usta örnekleri olmalarının yanısıra, aynı zamanda Müslüman Türk’lerin kültür kodlarının en önemli ve somut örneklerindendir. Orada anlatılanlardan aklımızda sadece Ahlat’daki bir mezar şahidesinin, “Bir öyle ömür geçir ki / Mevtin sana hande, halka matem olsun” sözü kalmıştı.

    Şimdilerde önümüzde, Almanya’daki Müslümanların ilk ve tek müstakil mezarlığı, Berlin Şehitlik Mezarlığı’na uzun molalı bir yolculuğumuz var. Sonra güneye, Fransa’ya ve zamanında seksen yıl boyunca her vakit ezanların çınladığı taa Sicilya’ya kadar, günümüz Müslümanlarının hallerinden ve geçmişlerininden haberdar olmak arzusu ile kanat çırpacağız. Niyet bu, murad bu; yol bu…