Türk Müziği’ne Dair
Burak Yedek
Müzik, birçokları için bir eğlence aracı; bazıları için rahatlama vasıtası; kimileri içinse anlamlı ve ibadete yakın bir değer atfedilen bir sanat. Müziğe bakış ne kadar farklı olursa olsun, birçok dilde müziğin (kelime) anlamı aynıdır. Türkçe’de müzik, Osmanlıca’da mûsîki, İngilizce’de music, Almanca’da musik, İspanyolca’da musica… Bütün bu kelimeler eski Yunanca’daki mus sözcüğünden türemiştir. Mus ise nağme demektir. Nağmelerin belli bir şekilde oluşturulması, vezinle, ölçüyle düzenlenmesi de, sesi musiki’den ayırır. Başka bir deyişle, müzik, ahenk ve ölçüye dayanır. Birimi zamandır. Dolayısıyla, klasik tanımı itibariyle ritimsiz ve ahenksiz bir müzik olamaz.
Antik dönemde (Quadrivium’da) müzik, aritmetik, geometri ve astronomi ile birlikte anılırdı. Müzik bir bilimdi. Aziz Augustinus, De Musica’sında, müzik için; ‘‘Müzik, değişimin (modülasyon) bilimidir’’ der. Modülasyon ile kastedilen modus, yani ölçü ve yöntemdir. Başka bir anlamda müzik, seslerin uyumlu, ölçülü bir şekilde değişmesi, zaman içinde hareket etmesidir. Pisagor’dan başlayarak Yunan felsefesinde temellen(diril)miş olan müzik hakkındaki düşünceler, günümüz itibariyle kadim dönemlerle bütünüyle uyuşmaz. Bu entellektüel ihtiyaç, bir asırdır müziğin çeşitli bilimsel yöntemlerle irdelendiği müzikoloji vasıtasıyla karşılanır olmuştur. Müzikoloji, müziğin tarihini, kaynağını, sebebini, değişik müzik türlerini incelediği gibi alt dallarında müziğin anlamını, kaynağını ve kültürünü; sosyoloji, antropoloji ve felsefe gibi farklı disiplinler ile ortaya çıkarmaya çalışır.
Müzik biraz da sözsüz şiirdir. Vezin ile duyguların anlatımıdır. Sadece duyduğumuz değil fakat içinde bulunduğumuz ahenkli ses dünyasıdır. Sufilerin, ‘‘dilsizlerin dili’’ (lisan-ı bizebânan) ifadesiyle anlattıkları gibidir müzik. İfade etmeye çalıştığı birçok duygu vardır ama dinlemeden asla anlaşılmaz. Muhakkak tecrübe etmeniz gerekir. Hatta müziğin coğrafyasını, tarihini ve kültürünü bilmeden anlamak ve zevk almak kolay değildir. Çünkü biz dinleyici olarak müziğe maruz kalırız. Maruz kaldığımız müzik, bizimle tanıdık unsurlar vesilesiyle irtibat kurar. Ya sözüyle ya da tınısıyla. Bu fikri bilmediğiniz bir dilde hikaye dinlemekle karşılaştırabilirsiniz. Farsça bilmediğiniz halde Hafız’ın şiirini dinlediğinizde, şiirin müzikalitesi, vezni, kafiyesi kulağınızda bir ahenk yaratacaktır. Bununla birlikte birisi „Şair ne demek istiyor?“ diye sorduğunda cevap veremezsiniz.
Müziğin hassas noktalarını, geçmişini ve kültürünü bilerek veya hissederek dinlersek müzikten etkilenebiliriz. Zira dinlemenin de verilmesi gereken bir hakkı vardır. Bu hakkı verebilmek için müziğin menşe’ine bakmamız gerekir. Başka bir ifadeyle, etkisi altında olduğumuz şey(ler)i anlamlandırmamız ve beğenmemiz belirli bir sürece tabidir. Çünkü her dinleyici kültürüne, müzikal deneyimlerine ve beğenisine göre farklı bir şekilde duyacak ve algılayacaktır müziği.
Her ne kadar soyut da olsa, müzik belirli toplumların müşterek alanlarında buluşmuştur. Doğduğumuzda kulağımıza okunan ezanda, çığrılan türkülerde, söylenen deyişlerde, ilahilerde, nefeslerde ve daha birçok müzik türünde bu ortaklık kendisini göstermektedir. Bu müşterek alanı ne kadar iyi tanırsak estetik anlamda müzikten hoşlanma ihtimalimiz de o kadar yükselir.
Çok insan anlıyamaz eski musıkimizden
Ve ondan anlamıyan bir şey anlamaz bizden
Yahya Kemal
Eski musikimizden anlamak bir yüksek kültür meselesidir: Rafine bir müzik anlayışı, edebiyat, sanat ve dahası yüksek hassasiyet gerektirmektedir. Aynı zamanda sabır ve sebat işidir. Zira modern yaşam sabrısızca yüksek ritim ve tüketime dayanmaktadır. Eski müziğimizi anlamak geçmişimizin değerlerini anlamaktan geçer. Günümüzde ise müzik alanında haz ilkesinin temel parametreleri değişmiştir. Yahya Kemal, avamın eski müziğimizden anlayamadığını, ‘‘Eski Musiki’’ şiirinde dile getirdiği gibi müziğimizin eskidiğini ve o ‘‘ruh ufuklarının’’ artık açılamadığını da ima eder. Bu anlaşılmazlığı ve eskimişliği ne sekiz ay süren Türk müziği yasağı (bu meşhur yasak, Türk Müziği yasağı, Atatürk’ün 1934 Kasım’ında yaptığı Meclis’i açış konuşmasından sonra, 1935 Ocak’ında konmuş, sekiz ay devam etmiştir) ne de 1930’lardan itibaren okullarda Türk müziği eğitiminin yasaklanması ile açıklamak mümkündür. Çünkü bu kültür toplumsal olarak devam etmiş ve 1976’dan itibaren ise resmi olarak Türk müziği eğitimi tekrar başlamıştır. Asıl açıklanması gereken nokta; sanatın ve özellikle müzik sanatının ideolojik ve tarihi açıdan nasıl aks değiştirdiği sorunudur. (Bu ise bu kısa yazının konusunun dışında bir tartışmadır.)
Müzik dil gibidir. Nasıl ki dil farklı coğrafyalarda, farklı şekillerde varlığını sürdürmektedir, müzik de aynı şekilde çeşitlere ayrılır. Klasik Avrupa müziği, Çin müziği ve Hint müziği dünyadaki önemli (klasik) müzik türlerinden sadece birkaçıdır. İşte klasik Türk müziği de dünyadaki önemli birkaç müzik türünden biridir. Bununla birlikte, diğer müzik türleri ile ayrıştığı ve birleştiği birçok önemli nokta vardır. Müziğin ses sistemi, eğitim ve aktarım yöntemi, enstrüman çeşitliliği ve diğer teknik boyutları bu müzikal ayrımı doğurmaktadır. Ve bu ayrımlar yüzlerce yıllık bir süreç sonucu oluşmuş; topluluklar arasında ve nesiller boyu aktarılmış, değişime uğramış, kültürel, sosyal ve ekonomik birçok etkiye maruz kalmıştır. Bu müzik türlerinin birleştiği noktaların en önemli sebeplerinden biri ise bulundukları yakın coğrafyalardır. Sözgelimi, yazılı kaynaklara göre, Bizans müziği ile Osmanlı müziği 12.yy’da pek çok açıdan birbirine çok yakın görünmektedir. Bu farklı müzik türlerinin, benzer birçok makamsal yapısı vardır. Bunun en güzel örnekleri bugün dahi bazı Rum-Ortodoks Klisesi’lerinde müşahade edilebilir.
Avrupa müziği ile Türk müziğinin havasının farklı olması ise bahsettiğimiz ince detaylarda gizlidir. Bu farklılıklara sebep olan detayları haiz Türk müziği formlarını şu şekilde sıralamak mümkündür:
-Dini Formlar (Cami müziği, Tekke müziği, diğer dini müzik türleri)
-Dindışı Formlar (Askeri müzik, Klasik müzik, Halk müziği)
Yüzyılımızın en büyük neyzeni olarak kabul edilen Niyazi Sayın, Türk müziğini tanımlarken ‘‘bir sesten diğerine geçerken oluşan duygu durumu’’ ifadelerinde bulunur. Çünkü makam müziği doğrusal bir müziktir ve belli seslerin, belirli aralıklarla hareket etmesine dayanmaktadır. Bir hattatın kalemiyle çizmesini gözlerinizin önüne getiriniz; Türk müziği de çizilen bir formu takip etmek gibidir. Aynı anda birden çok ses nadiren duyulur. Bu tip müzik Avrupa dillerinde modal olarak ifade edilmektedir.
Hasılı, Türk müziği insan sesine dayandığı için tek sesli ve makamsaldır. Makamlarda kullanılan ve arızalı ses olarak adlandırılan komalı seslerin farkedilmesi zordur. Muhakkak bir kulak terbiyesi gerektirir.
Makamsal olmasının yanı sıra Türk müziği kendine has ritmik yapılara sahiptir. Bu ritmik yapı ve kalıplara usul adı verilmektedir. Divan şiirinde vezin ne anlama geliyorsa, usul de Klasik Türk musikisi için aynı anlama gelmektedir. Türk müziğinin karakterini işte bu iki ana unsur temellendirir.
Bu iki unsurun dışında üslup veya tavır/tarz Türk müziğinin rengini belirler. Klasik Türk musikisinin tarzı deforme edildiğinde ise, arabesk müziği elde edilebilir. Bununla birlikte, Arabesk’in Klasik Türk musikisinin suret ve teknik itibariyle postmodern ve deforme olmuş bir uzantısı olarak değerlendirilmesi için uzun soluklu ve detaylı çalışmalar yapılması gerekmektedir. Zira teknik ve müzikal anlamda bir analizin yanında her iki müzik türünün toplumsal, ekonomik ve tarihsel veçhelerini karşılaştırmak, işlevlerini ve dinleyicilerini incelemek elzemdir.
Uygurlar’dan Osmanlı’ya ve günümüz Türkiye’sine kadar birçok değişim geçirmiş olan Türk müziği aslında başka birçok müzik türü gibi makamsal bir müziktir. Arap, Acem, Rum ve hatta Hint müziği de makama bağlıdır. Sadece makamların iç yapıları farklıdır. Bu süreçte, Türk müziği diğer kültürlerle etkileşimde bulunmuş ve kendisini bozkırlarda, saraylarda ve halk arasında; askeri, dini, klasik ve folklorik türlerde üretmiştir. Bu türlerin en önemlileri arasında yer alan Osmanlı saray musikisi, kendisini yoğunlukla mehterhaneler ve mevlevihanelerde oluşturmuştur. Bu mekanlar adeta Osmanlı/Türk müziğinin okulu ve kaynağı olmuştur.
Türk müziğinin farklılaştığı bir diğer nokta ise eğitim ve aktarım yöntemidir. Günümüzde hala geleneksel meşk yönteminin kullanıldığı bilinmektedir. Meşk, usta-çırak ilişkisine dayanan, müzik eserlerinin hafızaya alınmasını temel alan ve adından da anlaşılacağı gibi zorlu bir eğitim sürecidir. Meşk sebebiyle de Türk müziğinin (yazılı) kaynakları teorik alandan daha çok pratik alanda mevcuttur.
Pratik alanda müziğin gelişmesine en büyük katkı şüphesiz tekkelerden gelmiştir. Avrupa müziği nasıl kilise müziği olarak değerlendirilebilirse, Türk müziği de bir anlamda tekke müziğidir. Müzikte yeniliğin ve ifadenin en yoğun yaşandığı tekkeler… Bu sebeple Türk müziğinin anlamına dair düşünmek istiyorsak hiç şüphesiz tasavvufun yaşandığı mekanlara bakmamız gerekir. Zira eski müziğimiz bu mekanlarda doğmuş ve büyümüştür… Buralarda biz, bizden anlıyorduk. İnlemelerimiz başkalarının inlemesi oluyor, ızdırabımız bir başkasının gözyaşı olarak tezahür edebiliyordu. Şimdi ise sadece eski müziğimizden anlayan bizi anlayacaktır… Eğer duymayı başarabilirse!
Binaenaleyh, 20.yy’ın ortalarında Mesud Cemil’in Niyazi Sayın’a söylediği gibi ‘‘Türk müziği devrini tamamlamıştır’’. Yeni eserler vermesine rağmen kendisini tekrarlamaya başlamış, şaheserlerini 18-19.yy’da vermiş, artık yeni ve farklı müzik türleriyle etkileşime girmiştir. Klasik anlamda ise sadece muhafaza edilecek sanatsal bir olgudur. Halk müziği ve dini müzik ise çeşitli formlarda dönüşüme uğramıştır. Bugün klasik anlamda Türk müziği yapmak bir yenilik olarak adlandırılamaz. Bununla birlikte, Türk müziği ustaları bu kültürü yaşatmaya devam etmekte ve bu müziği yeni kuşaklara aktarmaktadır. Kaybolmasını önlemek gerekir, çünkü Klasik Türk müziği yüksek bir sanatsal değerdir. O müzeye kaldırılmış bir müziktir…