Rumeli’nin İstanbul’u: Prizren

Meltem Kural

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Bağımsız Kosova Cumhuriyeti’nin başkent Priştine’den sonraki ikinci büyük şehridir Prizren. Camileri, hanları, hamamları, çarşıları, çeşmeleri, köprüleri, kervansarayları, şirin Osmanlı evleri ve dar sokaklarıyla tipik bir Anadolu şehrini andırır. Bu haliyle onu Amasya, Bursa, Bilecik veya Safranbolu’dan ayırt edebilmekte zorlanabilir insan. Üç tarafı dağlarla çevrili, Şar Dağları’nın eteklerinde kurulmuş, tarihi çok eskilere dayanan kadim bir şehirdir. Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul’un fethinden iki sene sonra, 21 Haziran 1455’te Osmanlı topraklarına dahil edilen ve Bizans döneminde Prizdriyana olarak bilinen şehrin, Osmanlı dönemine ait kaynaklarda “Prizrin, Pürzeyn, Pürzerrin, Perzerrin, Pürzen, Zerrin” gibi farklı adlarla anıldığı görülür.

    Türklerle tanışması 1455’lerden de eskiye uzanan şehre girdiğinizde sizi ilk olarak Prizren Kalesi karşılar. Doğu Roma dönemine ait olduğu sanılan bu Ortaçağ kalesi Osmanlı döneminde hamam, cami vb. muhtelif eklemeler yapılmak suretiyle genişletilerek kullanılmaya devam edilmiştir.

    Prizren kültürel ve demografik çeşitlilik açısından Kosova’nın en zengin şehridir ve Arnavut, Boşnak, Sırp ve Romların yanısıra Prizren’de yadsınamayacak oranda bir Türk nüfusu bugün de varlığını sürdürmektedir. 20. yy’da vuku bulan Balkan Savaşıyla birlikte Osmanlı’nın bu topraklardaki egemenliği sona erince, Balkanlar’dan Anadolu’ya yönelen göç dalgasından nasibini almış olmasına rağmen Prizren bugün de Kosova’da Türklerin en yoğun olarak yaşadığı şehir olarak bilinir. Nüfusun üçte ikisinin halen Türkçe bildiği şehirde, trafik ve sokak tabelaları da Arnavutça, Sırpça ve Türkçe olduğundan, Türkçe’den başka bir dil bilmiyor olsanız dahi Prizren’de yabancılık çekmeyeceğiniz kesindir. Zaten bu pratik olarak mümkün de değildir. Haspelkader Türk olduğunuzu duydukları anda Prizrenlilerin adeta gözlerinin içi parlar. Türkiye’ye olan muhabbet ve ilgilerini Doğu Karadeniz şivesini andıran Türkçeleriyle ifade etmekten de geri durmazlar. Öyle ki, bu sıcaklık ve dostluk karşısında kendinizi Anadolu topraklarını hiç terketmemiş hissedersiniz.

    Neredeyse beş asır Osmanlı idaresi altında bulunmuş olan Prizren’deki mahalle ve yer adlarında da Türkçenin izlerini bulmak hala mümkündür. Terzimahalle, Maraş, Şadırvan, Cuma Cami, Ortakol, Arasta Çarşısı, Körağa Mahallesi, Muhacir Mahallesi, Dutluk, Karabaş Baba, Topuklu, Bülbül Deresi, Kasım Beg, Tabakhane, Yenimahalle, Taşköprü, Tuzsuz, Buzağılık, Papaz Çarşısı, Tereke Pazarı, Saraçhane vb. pek çok mekan bugün hala Türkçe isimlerini muhafaza etmektedir.

    Prizren görülmeye değer doğal güzelliklerinin yanısıra, varlığını hala korumakta olan ve Osmanlı imzasını taşıyan birbirinden değerli tarihi eserleriyle de ziyaretçileri bir mıknatıs gibi kendine çeker. Yüzünüzü ne yöne dönseniz tipik bir Osmanlı mimari ögesi gözünüze çarpar. Taş Köprü, Sinan Paşa Camii, Gazi Mehmed Paşa Hamamı, Emin Paşa Camii, Sultan II. Abdülhamit Han yâdigarı Saat Kulesi bunlardan sadece birkaçıdır. Şehri ikiye bölen Bistriça Nehri (Akdere) üzerinde, Taş Köprü olarak da anılan tarihi Bistriça Köprüsü ve köprünün hemen yanıbaşında yükselen Sinan Paşa Camii görülmeye değer Osmanlı mimarilerinin başında gelir. Sinan Paşa tarafından 1615’de yaptırılan ve klasik dönem Osmanlı mimarisinin hemen hemen bütün özelliklerini bünyesinde barındıran Sinan Paşa Camii’nde hutbeler bugün de Türkçe okunur.

    Şehirde Sinan Paşa Cami’nin hemen yakınında, otuzar metre arayla bir Sırp Ortodoks Kilisesi ve bir de Katolik Kilisesi bulunur. Bu, çoğunluğu Müslüman olan şehirdeki dini çeşitliliği yansıtması bakımından son derece önemli bir vesikadır. Aynı zamanda Osmanlı’nın bölgede beş asır süren egemenliğini, bütün bu çeşitliliğe rağmen nasıl koruyabildiğini de özetleyen en manidar manzaradır.

    Şehirdeki Osmanlı mimarisinin en zarif örneklerinden bir diğeri ise 16. yy’da Mehmet Paşa tarafından yaptırılan Gazi Mehmet Paşa Hamamı’dır. Çifte hamam olarak tasarlanmış Gazi Mehmet Paşa Hamamı günümüzde sanat galerisi ve kültür merkezi olarak şehre hizmet etmeye devam etmektedir. Dikkat çeken yapılardan bir diğeri ise hiç kuşkusuz halk arasında Arasta Camii olarak bilinen Evrenos Yakup Bey Camii, daha doğrusu caminin minaresidir. Zira 1963’de kendisini çevreleyen çarşısıyla birlikte cami yıkılmış ve camiden geriye sadece minaresi kalmıştır.

    Prizren denilince atlanmaması gereken bir diğer ayrıntı ise Bayraklı Camii olarak bilinen Gazi Mehmet Paşa Camii’dir. Vali Rüstem Paşa 1798 yılında şehirdeki bütün camilerde ezanların beş vakit aynı anda okunması talimatını vermiş, bunun için de caminin alemine gündüzleri bayrak çekilmesini geceleri ise fener yakılmasını emretmiştir. Bu nedenle de caminin adı halk arasında Bayraklı Camii olarak kalmıştır. Kırık Cami olarak da bilinen Namazgâh ise Prizren’de fetihten sonra yapılan ilk camidir. Namazgâh, Nato kapsamında Kosova’da görevli olan Mehmetçik ve Türkiye Diyanet Vakfı’nın da katkılarıyla 2000’li yılların başlarında restore edilmiş ve çevresi Prizrenlilerin çocuklarıyla birlikte dinlenip hoş vakit geçirebilecekleri bir park haline getirilmiştir.

    Ve belirtmeden geçmemeli: Prizren’in fethinden sonra şehrin en büyük Ortodoks Kilisesi Bogorodica Ljeviška camiye dönüştürülerek Cuma Camii adını almışsa da, bugün Cuma Camii’nin bir zamanlar cami olduğuna dair herhangi bir ize rastlamak maalesef mümkün değildir. Zira Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kiliseyi camiye dönüştürmek adına yapılan eklemeler çıkarılıp, caminin minaresi yıkılmıştır. Cami daha sonra kubbesine ve içine çan takılarak tekrar kiliseye çevrilmişse de, şu anda ne cami ne de kilise olarak kullanılmaktadır.

    Tarihte Prizren’i ziyaret eden seyyahlar şehrin silüetine damgasını vuran camilerden söz etmeden geçememişler ve bu özelliğiyle şehre ‘‘Rumeli’nin İstanbul’u” adını takmışlardır. Bazı araştırmacılar tarafından kayıtlara Prizren’de 44 caminin olduğu not düşülmüş olsa da bugün bunların tamamının muhafaza edildiğini söylemek maalesef mümkün değildir. Buna rağmen geçmişten günümüze ulaşarak, ince ve zarif minareleriyle şehrin panoramasına hakim olmaya devam eden bu güzel camiler insanlarda bu şehrin kutsal olduğu inancını uyandırmış olmalılardır ki, camiler bugün de birçokları tarafından ibadetin yanısıra şifa bulma amacıyla da ziyaret edilir.

    Şadırvan adı verilen Sinan Paşa Camii etrafındaki meydana ise Prizren’in nefes alıp verdiği mekan denilebilir. Ortasında bir de çeşme bulunan bu meydanın görünüş ve işlev bakımından herhangi bir Anadolu çarşısından hiçbir farkı yoktur. Envai çeşit iştah açıcı kokunun caddeye yayıldığı restaurantların, kafelerin ve birbirinden sevimli hediyelik eşya dükkanlarının kepenk açtıkları bu meydanda mutlaka bir mola verilmesi gerekir. Buraya gelmişken semte adını veren şadırvandan Şar dağının buz gibi suyunu içmeden, meydandaki bir lokantaya oturup Prizren’in meşhur Paşa Çorbası’nı, Çüfte ve Çebap dedikleri birbirinden leziz köfte çeşitlerini veya Prizrenli düğün ve bayramların olmazsa olmazı ‘‘Tava” yemeğini tatmadan dönmek ise ecdada saygısızlık olarak telakki edilir…

    Coğrafi ve tarihi bir cazibe mekanı olmasının yanısıra Prizren bir kültür ve sanat şehridir. Bu yönüyle Osmanlı’nın, “Şairler Yuvası” ya da “Şair Membaı” olarak adlandırdığı şehir, 16. ve 17. yüzyıllar arasında yaşamış; Suzi Çelebi, Nehari, Sucudi, Aşık Çelebi, Şem’i, Sa’yi, Bahari ve Tecelli gibi tanınmış birçok mutasavvıf divan şairi de yetiştirmiştir. Bu ‘‘başarı’’ elbette bir tesadüf değildir, zira 15. yüzyıldan 20. yüzyıla varıncaya kadar şehrin kültürel hayatında aktif bir biçimde rol oynayan camiler, medreseler ve tekkeler birer kültür ocağı hizmeti görerek bu birbirinden değerli şahsiyetlerin yetişmesinde birinci dereceden etkili olmuştur. Özellikle de Osmanlı’nın bu bölgede söz sahibi olmaya başlamasıyla birlikte, birçok Balkan şehri gibi Prizren de tasavvuf ehli zevâtın durağı olmuştur; İstanbul ve Anadolu âsitânelerinden hilafet alan mutasavvıflar buralara gelerek tekkeler kurmuş ve buradaki manevi ve kültürel hayatı diri tutmaya çalışmışlardır. Sadece Prizren’de; Halveti, Rufai, Kaderî, Bektaşi, Mevlevi, Melamî, Şazeli tekkeleri gibi pek çok tekke bulunur. Sinanî Musa Kutub Efendi Tekkesi, Kaderî (Kurila) Zincirli Tekkesi, Halvetî Tekkesi, Sinanî Şeyh Ganî Tekkesi, Sâdi Acize Baba Tekkesi, Kaderî (Seyyid Ali Baba) Rezakî Tekkesi, Bektaşî Adem Baba Tekkesi, Rıfaî Şeyh Hasan Tekkesi bunlardan sadece birkaçıdır. Fakat Osmanlı’nın bu topraklara vedasıyla birlikte bu tekkelerin birçoğu ya yıkılmaya terkedilmiş ya da bakımsızlıktan harap olmuştur. Buna rağmen, eskisi gibi olmasa da Rıfai Tekkesi, Şeyh Osman Baba Tekkesi, Recep Hulusi Efendi Melami Tekkesi gibi kimliğini koruyan pek çok mekan zamana direnmektedir.

    Tekkeler bulundukları her coğrafyada olduğu gibi, beş asır boyunca bu şehrin de ilim, irfan ve musiki damarlarını oluşturmuştur. Alim ve ediplerin dışında değerli pek çok musikişinas ve bestekar Rumeli’nin İstanbul’unda yetişmiştir. Örneğin Nakşibendi tarikatına mensup olan Prizrenli meşhur Şair Suzi, Nakşibendi dergahında zikir ve ilahileri yöneten zakirbaşılık görevini yürütmüştür.

    Birçok tekkede olduğu gibi Nakşibendi tekkelerinde de zikir ve ilahiler müzik eşliğinde icra edilirmiş. Bu gelenek bugün de bozulmamış ve Rufai Tekkesi gibi Prizren’de halen varlığını sürdürmekte olan birçok tekkede yaşatılmaya devam edilmekte. Beş asırdır ayinler sırasında kullanılmış olan sazlar da şu an pek çok tekkenin semahanesinde muhafaza ediliyor. Tabakhana semtinde bulunan Sinani Tekkesi ise, Prizren’in en eski tekkesi olma özelliğine sahip. Zamanında bu tekkede geç saatlere kadar zikirler, çeşitli vurmalı ve nefesli sazlar eşliğinde yapılırmış. Kısacası şairler çoğunlukla tekke ve evlerde tertip edilen mevlitlerde teşhir ederlermiş sanatlarını. Mezkur şairlerin hepsinin tarikat ehli olduğunu, mutlaka bir mutasavvıfın terbiyesinden geçtiği göz önünde bulundurulacak olursa, tekkelerin Prizren’in kültür ve sanat hayatında ne denli önemli bir yer sahip olduğu ve Osmanlı’nın fethettiği bu topraklardaki Türk-İslam ruhunun onca yıkım ve yok etme çabasına rağmen nasıl olup hala bu kadar canlı kalabildiği daha iyi anlaşılır.

    Ecdadın kanla değil mürekkep ve muhabbetle adını yazdığı Prizren, sımsıcak insanı ve günümüze dek ayakta kalabilmiş camileri, köprüleri ve şadırvanlarıyla bir asırdır hiç umudunu yitirmeden yetimlerinin sıla-ı rahim yapmasını bekliyor. İmamesi kopan bir tesbihin boncukları gibi dağılmış Osmanlı’nın yetim çocuklarının bugünkü serencamı haritalara nasıl yansımış olursa olsun, Prizren’e gidip kardeşlerinizle hemhal olunca bu coğrafyadaki sınırların sadece kağıt üzerinde kaldığını anlayacaksınız.