Romantizmin Türk Edebiyatındaki İzleri Nasıl Belirlenebilir?

Nuri Sağlam

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Edebiyat tarihi araştırmalarında tekrarlanan bilgilere göre 18. yüzyılda Almanya’da klasisizme tepki olarak doğan romantizm akımı, ortaya çıktığı tarihten kısa bir süre sonra Mme de Stael aracılığıyla Fransız edebiyatına da geçmiş ve Fransız toplumunun millî karakterini biçimlendirecek kadar etkin bir gelişim süreci göstermiştir. Bununla beraber romantizmin “sanat, sanat içindir” görüşünü benimseyen kanadı zaman içinde parnasizm, sembolizm ve gerçeküstücülük; “sanat, toplum içindir” görüşünü benimseyen kanadı ise realizm ve naturalizm akımlarını doğurmuştur. Fakat henüz işin başında, Orhan Veli’nin “toplum için olmayan ne vardır ki sanat da toplum için olmasın” görüşüne uygun olarak “sanat, sanat içindir” yahut “sanat, toplum içindir” şeklinde öteden beri yapılagelen ayrımın gerçeklikle bağdaşmayan yapay bir ayrım olduğunu ve ayrıca toplumların, içinde bulundukları siyasî, sosyal, ekonomik ve kültürel şartlara göre uyguladıkları sanat akımlarının diğer toplumlarla az ya da çok farklılıklar gösterdiğini belirtmek gerekir. Bununla beraber genelde sanat özelde ise edebiyat akımlarını, bazı ilkeleri ve adları birbirlerinden farklı olduğu için sağlam duvarlar veya derin hendeklerle birbirlerinden ayırmanın mümkün olamayacağını düşünüyoruz. Nitekim bu durum, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Batı edebiyatının etkisiyle değişmeye başlayan Türk edebiyatında da açık bir şekilde görülmektedir.

    Hâl böyleyken muhtelif edebiyat tarihi araştırmalarında yahut Batılı edebiyat akımlarıyla ilgili müstakil çalışmalarda, farklı edebiyat akımlarına ait olduğu ileri sürülen birtakım ilkelerin ve bu akımlara mensup sanatkârların adlarının sıralandığını görürüz. Böyle bir tasarrufun özellikle sosyal bilimlerde hiçbir işe yaramayan fakat her nedense öteden beri tekrarlanagelen bir genelleme alışkanlığının, daha doğrusu bir genelleme hatasının sonucu olduğunu belirtmek gerekir. Dolayısıyla burada romantizm akımına ait olduğu ileri sürülen birtakım ilkeleri sıralayıp bizim edebiyatımızdaki temsilcilerini belirtmek suretiyle aynı genelleme hatasını tekrarlamayacağız. Ancak konuyla ilgili görüşümüzü dile getirmeden önce romantizmin bizim edebiyatımızdaki etkisine dair söz konusu kaynaklarda yer alan bilgileri kabaca özetlemek gerektiği kanaatindeyiz:

    Ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren Batı edebiyatına yönelmeye başlayan Tanzimat aydınları, Batı medeniyetinin şekillenmesinde büyük rolü olan fikir ve sanat akımlarını taklit ederek adına sonradan Tanzimat edebiyatı denilen yeni bir edebiyat oluşturmuşlar ve bu edebiyat vasıtasıyla da mevcut toplumsal yaşam şartlarını değiştirip dönüştürmeyi hedeflemişlerdir. Tanzimat edebiyatının birinci nesli sayılan İbrahim Şinasi, Ziya Paşa ve Namık Kemal ile ikinci nesli sayılan Recaizade Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamid ve Samipaşazade Sezai, Fransız klasiklerinin yanı sıra Fransız romantiklerinden de beslendikleri için bu şair ve yazarların ortaya koydukları eserlerde her iki akımın etkilerini bir arada görmek mümkündür. Bununla beraber Fransız romantizminin en önemli temsilcilerinden Victor Hugo’nun Cromwel adlı piyesinin önsözünde özellikle romantik tiyatro türüne dair ileri sürdüğü görüşler ile Namık Kemal’in Celâleddin Harzemşah adlı tiyatro eserine yazdığı ve genellikle “Mukaddime-i Celâl” adıyla bilinen önsözdeki görüşleri arasında önemli benzerlikler vardır. Şiir vadisinde ise Recaizade Ekrem ile Abdülhak Hâmid, romantizmin Türk edebiyatındaki en önemli temsilcileri sayılırlar. Zira şiirlerinde tabiat, ölüm ve aşk gibi romantizmin en temel konularını işleyen Recaizade Ekrem, zaman zaman santimantalizmin sınırlarını zorlayacak kadar aşırı bir duygusallığa kapılır. Sahra adlı eserinde topladığı şiirleriyle edebiyatımıza öncelikle Rousseau’nun tabiat anlayışını getirmiş olan Abdülhak Hamid ise yaptığı tabiat tasvirlerinden ziyade ölüm temasını ilk defa metafizik endişe ile birlikte işlemesi bakımından Türk romantikleri arasında hususî bir yer edinmiştir. Tanzimat dönemi şiir ve tiyatrosunda romantizmin ağırlığı hissedilirken hikâye ve romanda romantizm ve naturalizmin yanı sıra realizmin etkisi de görülür. Samipaşazade Sezai, Mizancı Murad ve Nabizade Nazım ilk realist yazarlarımızdır. Servet-i Fünûn edebiyatında ise romantizm, naturalizm, realizm, parnasisizm, sembolizm ve daha birçok edebî akımın temsilcilerini görmek mümkündür. Meselâ Mehmet Akif realizm ve naturalizmin, Tevfik Fikret parnasyen akımın, Cenap Şahabeddin ile Ahmet Haşim ise sembolizmin en önemli temsilcileridir…

    Bu kısa özetten de anlaşılacağı üzere edebiyatımızdaki şair ve yazarların hangi Batılı edebiyat akımlarından ne ölçüde etkilendikleri, bu sanatkârların eserleri tek tek incelenerek ortaya konmuş değildir. Oysa günümüz düşünce dünyasını büyük ölçüde etkileyen Foucoult, Derrida ve Deleuze gibi düşünürlerin her türlü genellemeye, tümelleyici ilkelere ve bilgilendirici öze şiddetle karşı çıktıkları bilinmektedir. Bu durumu dikkate almamak ve adı geçen düşünürlere itibar etmemek elbette mümkündür. Ancak sanat ve edebiyat üzerine yapılan bütün araştırmalar, sanat yapıtının ve tabi edebî eserin en karakteristik hususiyeti olarak “biricik”liğini, yani taklit edilemezliğini daima ön plana çıkarmaktadır. Meselâ Terry Eagleton’un Edebiyat Olayı adlı eserindeki “Kuramdan ve genellemelerden uzağa doğru olan hareket, gerçeğe doğru harekettir. Tüm genellemeler kaçıştır. Bizi durumun kendisi yönetmelidir ve bu da tarifsiz şekilde tikeldir.” ifadesi, edebiyat eserinin bu hususiyetini ve dolayısıyla herhangi bir kategori altında sınıflandırılamayacağını vurgulamaktadır.

    Tanzimattan günümüze kadar ortaya konan edebî eserlerden herhangi biri incelendiğinde, söz konusu eserin gerek formel gerekse içeriksel unsurlar bakımından bir edebî akıma birebir uymadığı, hemen her edebî yapıtta çeşitli sanat akımlarına ait birçok belirleyici ilkenin iç içe geçmiş olduğu açık bir şekilde görülmektedir. Söz gelimi Ahmet Midhat Efendi’nin Yeryüzünde Bir Melek adlı romanını ele alalım. Romanın muhtelif yerlerinde “Hikâyelerden maksat, filozofinin en büyük bir parçası olan ahlâk ve maneviyat için yol açmaktır. Binaenaleyh bu meydanda fikirlerimize yol vermek için cem-i kudret ederek işe de ona göre ehemmiyet vermeli.” diyen yazarın, okuyucuya zevk vererek onu eğitmeye ve özellikle de ahlakî açıdan terbiye etmeye yönelik tavrı klasisizm; “kıssadan maksat, hisse çıkarmak” sözünü zaman zaman tekrar etmek suretiyle sanatını toplumun hizmetine sunduğunu bizzat dile getirmesi naturalizm; “Biz burada yalnız ahvâl-i tabîiyyeyi kalemimizle tasvirden başka bir şey yapmadığımızdan, karilerimiz ve bilhassa karielerimiz şu sözlerin kâffesi tabiî olarak doğru olduklarına elbette dikkat ederler.” deyişi realizm; bazı roman kişilerini yer yer melânkoli, hüzün, karamsarlık ve marazîlik gibi hususiyetleri bakımından tasvir edişi romantizm; anlatının içinde sık sık araya girerek kendi duygularını, sezgilerini, izlenimlerini ve düşüncelerini dışa vuruşu da ekspresyonizm akımlarının birer hususiyeti olarak karışımıza çıkacaktır. Yeryüzünde Bir Melek romanı derinlemesine incelendiğinde yahut yazarın diğer romanlarına bu gözle bakıldığında hiç kuşku yok ki daha başka birçok sanat akımının belirgin ilkelerinin bir arada bulunduğunu görmek mümkün olacaktır.

    Demek oluyor ki bir sanatkârı herhangi bir akımın temsilci olarak görmek yahut muhtelif yazar ve şairleri bir genelleme yapmak suretiyle çeşitli akımlar çerçevesinde sınıflandırmak bizi gerçeklikten uzaklaştıracaktır. Kaldı ki bu durum sadece edebî akımlarla sınırlı da değildir. Genellemeler, çoğu zaman bir sanatkâr yahut esere dair birtakım yanlış kanaatlerin ve olumsuz yargıların doğmasına yol açmaktadır ki en azından bizim edebiyatımızda bu tür yargıların sayısız örneği vardır…

    Bununla beraber bir yazarı herhangi bir akımın temsilcisi olarak görmenin karşımıza çıkaracağı daha başka sorunlar da vardır. Meselâ romantik olduğu kabul gören herhangi bir edebî yapıtın, bakış açısı ve okuyuş tarzına göre okur veya eleştirmen tarafından bir başka edebî akım kategorisine dahil edildiği yahut sembolizmin en önemli temsilcisi sayılan bir şairin şiirlerinde sembolizm kadar empresyonizme ait hususiyetlerin de bulunduğu bir vakıadır. Ayrıca bizim edebiyatımızdaki naturalist eğilimin romantik bir karakter taşıdığı ve bu yüzden Batı edebiyatlarında romantizmin yerine getirdiği rolü bizim edebiyatımızda natüralizmin üstlendiği dikkat çekici bir hususiyettir. Bu belki de Batı edebiyatı karşısında gecikmişlik telâşına kapılan Tanzimat aydınlarının bir model olarak Batı’yı alelacele taklit etmeye kalkışmalarından kaynaklanan garip bir karmaşadır. Fakat her ne olursa olsun böylesi bir durum meselâ Namık Kemal’in gerçek anlamda bir romantik yahut naturalist olabileceği kabullerini anlamsız kılacaktır. Bununla beraber Harold Bloom’un “Biz romantizmin içindeyiz ve bunu yadsımanın kendisi romantik bir şeydir.” sözü yahut T. S. Eliot ve Jean Paul Sartre gibi yirminci yüzyıl yazarlarının kendilerini romantik olarak nitelemeleri, bizi geçmişte ortaya çıkmış fakat zamanla yerini bir başka akıma terk etmiş hiçbir edebiyat akımının tarih sahnesinden bütünüyle silinmediği ve hiç değilse bazı hususiyetleri bakımından günümüz edebiyatında varlıklarını sürdürdükleri gerçeğiyle karşı karşıya bırakır.

    Bütün bu hususlar ve burada teknik imkânsızlık yüzünden dile getirmemiz mümkün görünmeyen daha birçok mesele, şu eser romantiktir, bu eser naturalisttir yahut şu yazar realisttir bu şair sembolisttir şeklinde bir genelleme yapılamayacağını açıkça göstermektedir. Dolayısıyla tesadüfen edebiyat sahnesine çıkmış bir yazar yahut şairi, kaleme aldığı eserlerden dolayı belli bir edebiyat akımının temsilcisi sayma, eserlerini de söz konusu edebiyat akımının numuneleriymiş gibi görerek bu eserlerin âdeta tutarlı ve parçalanması güç bir bütün oluşturduğu hükmüne varma ve özellikle de zamanla ortaya çıkan yeni gelişmeler sonucunda bu edebiyat akımlarının değişime uğrayacağını göz önüne alarak yazarları ve eserlerini belli bir edebî akıma bağlama alışkanlığından vazgeçilmelidir.

    Son söz olarak her eseri dikkatle çözümleyip eserde karşımıza çıkan çeşitli edebiyat akımlarına ait eğilimleri tespit etmeyi hatta bununla da kalmayıp belirtilen eğilimleri söz gelimi salt romantik, naturalist yahut herhangi bir başka akım şeklinde niteleme kolaycılığına kaçmadan her bir esere ne kadar farklı unsurun hangi oranda karışmış olduğunu açıklamayı sanatın doğasına daha uygun bir eleştiri yöntemi olarak benimsemek gerektiğini belirtelim. Çünkü sanatı ve edebiyatı ilgilendiren konular o kadar çetrefil ve o kadar çeşitlidir ki genelleme yoluyla herhangi bir sonuca ulaşmak imkânsızdır.