Mutluluk da Bu Dünyaya Ait

Feridun Zaimoğlu

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Saatçi, pil deǧiştirirken, karın yerde kalmasını isterdim, diyor. Dışarıda, parke taşların ve yaya yolunun üzerinde ince bir tabaka, çizmelerimin tabanında çamur ve kum. Bir sansasyonun olmasını şiddetle arzuluyor deǧilim. Kapımın önünde bir ölü martı yatıyordu, karnı, keskin gagalarca yırtılmış. Hayvanın cenazesini kaldırmayı ev bakıcısı üstlendi. Kırışıkları düzelten kremi kullanmayı umursamayan iki dinç hanımefendi; Birisi evin düzenine bakıyor; diǧeri bana saati geri veriyor. O soruyor, ben cevap veriyorum: Sarı cam, üzerine vidaladıǧım bir lenstir, pratik bir yararı yoktur. Zımbırtı, süs püs, oyuncak. Dükkândaki ikinci müşteri, fiyakacı saati, diyor. Sırıtıyorum, dışarıya çıkıyorum, yola koyuluyorum – Hristiyan dostlarıma küçük noel hedeyileri almalıyım. Aslında hepsi bir dinî ilhama karşı ilgisi olmayan kadın ve erkekler. Bayram ışıklandırmasını seviyorum, karanlık kış akşamları insanın ruhunu daraltıyor. Saman çöplerinden yapılmış yıldızcıklar ve üzerine renkli seramik figürler asılmış bir çam aǧacının orturma odasında durmasını çok berbat bulmuyorum. Görenekler, insanları putperest olarak fanatikleştirmedikçe, yüksek tutulmalıdır. Bir dükkâna gidiyorum, karanlık bir sokaktan geçerken az daha bir kadınla alın alına çarpışıyordum. Beni tanıdıǧında, filmlerdeki tesadüfler gibi, diyor. Bir kafeye oturuyoruz, zencefil çayı ısmarlıyoruz. Boşanmış, çocuksuz, canı pek, kısa süre önce iyi bir adama âşık olmuş. Bazen ondan yedi günlük sakalını düzeltmesini rica etmek zorundaymış. Onun İncil‘den bir şeyler okuması ricasına uymuyormuş. Onun dindarlıǧı onu yaşlı yapıyormuş. Benim Allahʼa inanıp inanmadıǧımı soruyor. Evet, diyorum… Sana zarar vermiyor mu?… Hayır, diyorum, yazan biri olarak zaten tam normal sayılmayan birinin itibarına sahibim… Bana Müslümanların neye şehadet ettiklerini soruyor. Bir ilah, papaz yok, diyorum, namazda alın yere değdirilir, Rabbe karşı tam bir tevazu eylemidir… Düşünceye dalıyor, sözlerimden ötürü deǧil, düşünceleriyle kocasının yanında. Ve anlatıyor: Ona çok kez rahmet araçlarından konuşur, gökteki babadan, tevazu ve itaatten bahsedermiş. Kendisini rahipvâri bir tavırla, bir kapsüle girer gibi hapsedermiş, ve kendisinden, eh işte, şehveti esirgermiş. Bazen dalıyormuş, buna derine inme diyormuş. Ben ona, ki ben de inananlardan olduǧumdan, ne tarz öǧütler verebilirmişim.

    Bir hikayeye dahil edildim, ama bu hoşuma gitmiyor. Benim inancım ve onun kocasının inancı birbirine taban tabana zıt. Bunu ona itiraf etsem, beni, boynu vurulmuş düşmanlarının kafalarını kemerine asan bir barbar olarak görecek. Dünyadan, belki de günahtan kaçmak için şehveti terketmek, bunun insan ait bir aymazlık olduǧunu düşünüyorum, bilhassa erkeǧe. Ormandaki maǧarasında bir bilge, zamanımızın saf yurttaşlarına yabancılaşmış, hakikati ıskalamayacaktır. Fakat zorunlu bekârlık, Allah kuluna, eşeǧe lavta çalmanın uyduǧu kadar uyuyor. Ben şöyle diyorum: İlk önce seninle biraraya geliyor, ondan sonra gözü seni görmek bile istemiyor. Sen başından beri inancını aşırı derecede benimsediǧini biliyor muydun? Gittikçe daha beter oluyor, diyor, ve anlatıyor: İsten geliyor ve bir yere çıkmıyor. Televizyon kapalı kalıyor, müzik dinlemiyor, arkadaşlarıyla artık bira içmeye de gitmiyor… Televizyon ve pop zırvalığına katlanmak, aptallıktan kurtulmak için iyi yöntemlerdir, diye düşünüyorum, ama bu fikrimi kendime saklıyorum. Onun gözünde ben neyim, doǧru tefsire sahip bir âlim mi? Yeşile boyalı bir cizvit mi? İlham alma ümidiyle gözünü faltaşı gibi yukarıya diken boynu tutuk bir deli mi? Öyleyse diyorum: Ondan ayrıl… Beş dakika sürmüyor, alelacele vedalaşıyor, ben oturmaya devam ediyorum. Bu neydi şimdi? Anlıyorum ki, onun günah çıkarmak için bir pedere ihtiyacı vardı, ben ise, gerizekâlı, onun gerçekten bir çare aradıǧına inanıyordum. Alışveriş listesini masanın üstünde düzeltiyorum ve hediyeler için daha çok saǧ sola koşuşturmam gerektiǧini farkediyorum. Alışveriş merkezinde güzel insanlarla ve seneler önce benimle arkadaşlıǧına son veren bir tanıdıkla karşılaşıyorum. Sebep: Çağdaş insanının gittiǧi yoldan gitmek istemişti, ve beni bu amacında ona felâket getiren bir etken olarak görmüştü. Ben sormuyorum, ama o yine de anlatıyor: Boşanmış, ama bezgin deǧil, etrafına bakınıyor. Ne için? Doǧrusu için, çocuklarının annesi için. İyi diyorum kendimce, ilk önce peder, şimdi de aile danışmanı. Ama hayır, o yakında sünnet olmak istiyor, tıbbî sebeplerden dolayı, ve ben de sonradan kendisini gösteren etkiler hakkında onu bilgilendirmeliyim. Hiçbir şey söylemiyorum. Benimle, bir sünnetli olarak edindiǧim tecrübeler üzerine konuşmak istediǧinde öylece sıvışıyorum. İncil ve sünnet derisi, din ve tıb, yetti artık. Tekrar kar yaǧmaya başlıyor, tane tane. Sonra camda oturuyorum, sıcak kahveyle neredeyse damaǧımı yakıyorum ve dışarıya bakıyorum. Mutluluk da bu dünyaya ait.