Rüdiger Safranski ile Alman Romantizmi Üzerine

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Rüdiger Safranski yaşayan en önemli Alman felsefecilerden. Eserleri Ernst-Robert-Curtius ve Friedrich-Hölderlin gibi birçok prestijli ödüle de layık görülen Safranski’nin Romantizm (Romantik, eine deutsche Affäre) dışında, E.T.A. Hoffman ve Schiller gibi Romantik akım içinde zikredilen kimi isimler üzerine de eserleri bulunuyor. Türk okuyucusu ise onu daha çok Heidegger üzerine yazdığı biyografik deneme ile tanıyor. Üniversite çevrelerindeki felsefeyi çok ‘‘kuru’’ bulsa da, son olarak kendisine Berlin Üniversitesi’nden fahri profesörlük tevdi edilen Prof. Dr. Rüdiger Safranski ile Alman Romantizmi üzerine konuştuk.

    Romantizmin (önce Berlin, sonrasında) Jena’daki bir grup gencin yaşadıkları döneme hakim sanat ve düşünce anlayışına başkaldırışıyla ortaya çıktığı kabul ve tekrar edilir. Ancak, ben dönemin hemen her alanda belirleyici gücü olan Fransa ile başlamak istiyorum, müsaadenizle… Fransa’nın/Fransız devriminin Romantik akıma etkisi tam olarak ne olmuştur? Ki siz Romantizmin Fransız devrimine Almanların bir cevabı olduğunu söylüyorsunuz… Fransız devrimi Almanlar üzerinde nasıl bir etkide bulunmuştur ki, bir tepki/cevap verilmek zorunluluğu hissedilmiştir?

    Evet, Almanlar üzerinde en önemli etkiyi Fransız devrimi yapmıştır. Fransız devrimi dönemi için çığır açan bir gelişme olmuştur. Tüm Avrupa, Jena, Berlin ve Tübingen´in genç insanları dahil herkes o dönemde gözlerini Paris’e dikmişti. Devrimin sonuçları büyük bir kırılma olarak kabul edildi, demokratik-cumhuriyetçi anlam ve doğrultuda insanlığın kendini yenilemesi olarak algılandı. Bireyin yetkinlik kazanması, büyük bir otonomi duygusu da yeni algının önemli bir parçasıydı, ve tabii ki sadece siyasi alanda etkili değildi bu. Bireysel özerklik (otonomi) ve salahiyet dönemin arka planını oluşturuyordu ve bu yüzden genç kuşak zihinsel olarak da yenilik peşindeydi, kendisini yeniden keşfetmek/bulmak istiyordu. Hölderlin ve Hegel Tübingen’de bir özgürlük ağacı dikmişlerdi ve istikbalin şafağından övgüyle bahsediyorlardı. Ruhi bir yenilenme havası esiyordu ki, daha sonra bu Romantizm olarak adlandılırdı.

    Romantizm İngiltere’de daha çok estetik bir hareket, Fransa’da ise Rousseau’nun da etkisiyle toplumsal bir eleştiri, bir devrim olarak algılanıyor (Le romantisme, c’est le révolution). İngiltere ve Fransa’da durum böyleyken, Almanların hangi hususiyeti Romantizmi bir Weltanschauung, bir yaşam biçimi haline getiriyor, daha önemlisi Romantizm, nasıl oluyor da Alman Romantizmi haline geliyor ve bugün bir Alman akımı (sizin deyiminizle, eine deutsche Affäre) olarak biliniyor?

    İngiliz Romantizminin Alman Romantizmi üzerinde muhakkak ki biçimsel (stilbildend) etkileri olmuştur. Bahçecilikte tekrar doğallığın hakim olması, bitkilerin neredeyse bütünüyle doğal olarak büyümesine müsaade edilmesi, ve o zarifce kesilmiş rokoko bahçelerine artık özenilmemesi, harabelere, perili ve antik yapıtlara karşı özel bir merakın yaygınlaşması bu yeni Romantik bakış açısının örnekleridir. Fransız Romantizmi ise Alman Romantizminden sonra gelişmiştir. Rousseau’nun Alman felsefesinde ve Romantik düşünürler üzerinde güçlü bir etkiye sahip olduğu konusunda haklısınız. Toplumsal tahrifat ve baskının karşısında duran ‘‘doğal’’ insanın keşfedilmesi, ‘‘Sturm und Drang’’ (Fırtına ve Coşku) adıyla bilinen harekete örnek olduğu gibi bir nesil sonra Romantik düşünürlere de örnek olmuştur.

    Evet, belirttiğiniz gibi, Romantizm’den «bir Alman meselesi (Affäre)» olarak bahsediyorum, çünkü Romantizmin kültür üzerinde oynadığı rol, başka ülkelere nazaran Alman kültüründe çok daha derin izler bırakmıştır. Tıpkı bir aşk ilişkisi (Liebesaffäre) gibi -hem şehevi, hem de rezilce(skandalös)- Alman kültürünün Romantizm ile kalıcı ve uzun süreli bir ilişkisi olmuştur ve bunun etkileri hâlâ devam etmektedir. Romantizm dar anlamıyla, sadece Romantik dönemle sınırlı değildir. Öyleyse Romantik olanın anlamı nedir? Onun anlamı: Maziye, hatta eski olan her şeye karşı büyük hassasiyet, büyük hürmet göstermektir. Örneğin tüm hayat ilişkileri parayla ölçülürken ekonomik dünyanın yıkıcı güçleri karşısında bir duyarlılığa sahip olmaktır; ayrıca soyut düşüncenin egemenliği karşısında duyguyu vurgulamaktır, Romantik olan budur; o yaşamın içerdiği gizemi algılayan bir sezgiye sahip olmaktır; bilinçaltındakini keşfetmektir; henüz yönetilip düzene sokulmamış ‘‘yabani’’ bir düşüncedir o. Mitos ve dinlere estetikle yaklaşmaktır; uzaktaki felsefeleri merak etmektir, örneğin doğu Asya felsefelerini. Mesela Friedrich Schlegel, bir romantik düşünür olarak Alman kültür çevresi için Budizmi keşfeder. Romantik düşünürler (örneğin Grimm Kardeşler) Alman masallarını derlerler, ve böylece kendi gelenek ve köklerine ilişkin bir duygu (/duyarlılık) sahibi olmaya çalışırlar.

    Özet olarak; Romantik düşünürler de aklı başında her insan gibi rasyoneldirler, ama rasyonel olmayana, yani aklımızın idrak edebileceklerini aşan şeylere de değer verirler. Akılla idrak edilemeyene, özellikle estetik sebeblerden dolayı değer verirler. Bu şekilde dinle de ilgilenirler, ama daha ziyade estetik sebeplerden dolayı. Romantizm, dini duyarlılığın estetik araçlarla devam ettirilmesidir. Burada estetik olan, oyun ile, zevk alınarak yapılan anlamındadır -akidelere tümüyle inanmak zorunluluğu yoktur. Romantik düşünürler için din, genelde vahiyle değil, tasavvur gücüyle ilgilidir. Dinler, insan düşüncesinin muazzam icatlarıdır -Romantik düşünürler bunu böyle görüyorlardı…

    Romantizmin öncü isimlerinden Johann Gottfied Herder’i, her ne kadar Rousseau’nun doğa, kültür, tarih, hatta insan tasavvuruna bir yönüyle karşı olsa da, Alman Rousseau olarak isimlendiriyorsunuz. Herder’in akım üzerindeki etkisi tam olarak nedir? Alman Romantikleri üzerindeki en derin etkinin -Kant ile birlikte- Herder olduğu söylenebilir mi?

    Herder kuşkusuz ki, Romantikleri uyarıcı/canlandırıcı (Anreger) birisi olarak önemli bir rol oynamıştır akım üzerinde. Romantik düşünürlere, özellikle tarihsel gelişmelerle ilgili genel bir anlayış vermiştir. Herder evrim fikrini kültüre uygulamıştır ve bu, bugüne kadar da muazzam bir şekilde verimli ve başarılı sonuçlar doğurmuştur. Bizler, genel olarak bugün hâlâ kültür evrimcileriyizdir.

    Kant da aynı şekilde Romantikler üzerinde uyarıcı/canlandırıcı bir rol oynamıştır. Ancak Kant ile ilgili; Kant’ın belki de kendisinin yalnış anlaşıldığını düşenebileceği bir husus vardı; Kant, dünyanın kuramsal olarak idrak edilmesi hususunda bireysel tasavvur gücüne büyük bir rol biçmişti. Romantik düşünürler de bunu, insanın özellikle muhayyile (Phantasie) gücü ve şiirsel tasavvur gücü alanlarına genişletmişlerdir.

    Romantizmin bozulan birliği yeniden bulma çabası olduğu söylenir. Nedir bu bozulan birlik? Romantiklerin hayallerini süsleyen, ayrı-gayrılığın olmadığı birliğin onların zihin dünyalarındaki mahiyeti nedir tam olarak?

    Esasen bozulan birlik her zaman için rüyaların/hayallerin konusu olmuştur. Neden? Çünkü insanların çoğunda, kendi çocukluklarında bu birliğin var olduğu duygusu hakimdir. Bu da çok doğal bir şeydir. Başlangıçta her insan kendisini, ilk hayat ortamının ona sağladığı birlik içerisinde güvende hisseder, ancak daha sonra -buluğ çağıyla birlikte-, kendisini ortasında bulduğu ve katlanmak zorunda kaldığı yabancı bir hayata adım atar. İnsan başlangıçta taşınıyorken, daha sonra kendisi birçok sorumluluk taşımak, ondan beklenen çeşitli taleplere cevap vermek zorunda kalır. O başlangıçta cennetteyken, daha sonra bu cennetten soğuk bir dünyaya sürülmektedir. Bizler, bunu, insanın kişisel biyografisinde yer alan hayat aşamalarını tarihi dönemlere de yansıtırız.

    İşte Romantik düşünürler de ortaçağ Hristiyan dünyasının sözde birliğinin hayalini kurmaya başlamışlardı. Özellikle Novalis ve Eichendorff bu birliği düşlediler. Onlar, Katolik kilisesinin çatısı altında birleşen ve dünyevi güç olarak da Kayzerliğe (Kaisertum) sahip olan bir devir hayal ediyorlardı. Bu hayallerin içinde gerçekler de saklıydı, ama nihayetinde bunlar birer hayaldi! İnsanlar kaybettiklerini düşündükleri, ama belki de hiçbir zaman sahip olmadıkları şeylerin peşinden üzülmeyi severler.

    İsaiah Berlin Almanlar açısından romantik hareketin kökeninde, Napolyon savaşlarının sonucu olarak zuhur eden yaralanmış bir ulusal duyarlılık ve korkunç bir ulusal aşağılanma olduğunu söyler, haklı mıdır sizce bu yargısında? Romantizm yenilmiş, aşağılanmış bir milletin modern dünyaya ve onun hayat biçimlerine bir tepkisi midir?

    İsaiah Berlin haklıdır görüşünde, bunun da mutlaka bir rolü vardır. Fransız devrimiyle birlikte modern, politik bir milli duygu uyanmıştı. Milliyetçilik o dönemde Fransa’nın en başarılı ihraç ürünüydü. Napolyon’un Almanya’yı işgal edip talan etmesine karşı müdafaaya başlanıldığında Almanya’ya da ithal edilmişti. Eskiden vatan sevgisi daha yöresel ve insanların yaşadığı küçük yerleşim yerleriyle sınırlıydı. Bunun ötesinde de sadece Kutsal Roma İmparatorluğu vardı. Ancak o da neredeyse ilahi bir kurumdu. Kayser çok uzaktaydı. Sonra modernizm, başta Fransa’da olmak üzere, ulus devlet fikrini ortaya çıkardı. Bu Almanya’da da kendine bir zemin buldu. Ancak bir Alman ulus devleti fikri çoğu kişinin gözünde gerçek dışı bir düşünceydi. Bunun yerine, Romantizm döneminde Almanya’da bir kültür ulusu fikri geliştirildi. Bunun anlamı şudur: Bir siyasi birlik ortada yoktur, ama en azından ortak dil ve ortak kültürden ibaret bir kültür birliği vardır. İnsanlar bilinçliydi ve müzik, felsefe, edebiyat ve bilimde öncü olabileceklerini düşünüyorlardı. Bu düşüncelerinde haksız da sayılmazlardı, ancak tabii ki belli bir süre için!

    Romantizmin modernliğe ilk isyan olduğu, hatta modernizm eleştirisinin Romantizmin varolma nedeni olduğu, o yüzden daha sonraki ve hatta günümüzdeki tüm modernizm eleştirilerinin de temelinde olduğu söylenebilir mi?

    Ekonomik ve pozitivist tinin (Geist) üstünlüğüne karşı itirazı ölçüsünde Romantizm modernizme karşı bir direniş hareketidir. Ancak kendisi de özgür bireysellik (subjektivismus) fikrinden doğmuş olduğundan son derece moderndir.

    Nietzsche Romantizmi bir terapi/tedavi olarak adlandırırken, siz Goethe’nin Romantizmi bir hastalık olarak nitelendirdiğini, ancak bir yandan da ondan vazgeçemediğini söylüyorsunuz. Romantizmin Alman felsefe/edebiyat tarihi açısından önemi nedir? Vazgeçilmezliği neden ileri gelir?

    Romantizm kültüre renk katmaktadır, ona hayal gücü, müzik ve hoş bir çılgınlık vermektedir. Bu bugüne kadar da böyle olmuştur. Alman kültürü Romantizm olmasaydı çok sıkıcı olurdu. Aslında Romantizmsiz hayat büyük bir yanılgı olurdu!

    Yine İsaiah Berlin, Romantik devrimin Batı’nın bilincindeki en büyük değişim, yaşamındaki bütün değişikliklerin en derini, en kalıcısı olduğunu söylüyor, sadece Alman tarihinin değil, tüm Avrupa tarihinin… Ona göre, 19. ve 20. yy’da gerçekleşen fikri değişimler ya Romantizme göre daha az önemli ya da ondan etkilenmiş hareketlerdir. Bu tespiti abartılı buluyor musunuz? Yoksa Berlin haklı mıdır yargılarında?

    Avrupa’nın son birkaç yüzyıllık tarihi şöyle de görülebilir: İlkin Hristiyanlık dini her şeye hükmeden fikri/tinsel (geistig) bir güçtü. Hristiyanlık’tan ayrı olarak gelişen her şey ya kısmen onun içinde sayılır, ya doğrudan ondan meydana çıkmıştır ya da zaman zaman ona karşı olarak gelişmiştir -ama daima şöyle ya da böyle onunla bağlantılı kalmıştır. Daha sonra Protestantizm ile birlikte laikleşme ve sekülerleşmeye, yani dini olandan kopuşun ilk aşamasına geçilmişti. Romantizm ise, laikliğin kökten yerinden sökmüş olduğu dini tepkilerin estetik alana akın ettiği tarihi bir andır. Bu yüzden ben şöyle diyorum: Romantizm, dinin estetik araçlarla devam ettirilmesi, sürdürülmesidir.

    Romantizm ile birlikte artık bazı duygulara, belli başlı sanat eserlerine, müzik parçalarına, belli fikirlere ve esasen insandaki yaratıcılığa kutsal bir değer gibi bakılmaya başlanıyor. Günümüzde ise laikleşmenin ikinci dalgasını yaşıyoruz. Şimdi sadece din değil, dinin kendisini kurtamak için sığındığı sanat da hedef tahtasına oturtulmuş durumda. Sanat banalleşmeye, natüralist, düz ve gizemsiz olmaya doğru evrilmeye başladı. Aynı zamanda muazzam bir ekonomik baskıya da maruz kalıyor. Yani dinin sihrinin bertaraf edilmesinden sonra şimde de sanat sihirden yoksun bırakılıyor. Sanatın sihrinin yok edilmesi ise onun Romantizmden arındırılması ve banalleştirilmesi anlamına gelir.

    Peki Alman Romantiklerinin bütünlüklü ve muayyen bir felsefi sistem ya da edebi anlayışa sahip oldukları söylenebilir mi? Yoksa bir kafa karışıklığı, iç tutarlılığı olmayan, salt bir eleştiri midir? Ki Walter Benjamin «Der Begriff der Kunstkritik in der deutschen Romantik» isimli çalışmasında, eleştiri ve eleştirel sözcüklerinin Alman Romantiklerinin yapıtlarında en sık tekrarlanan sözcükler olduğunu söyler. Ayrıca Romantik akım içerisinde anılan birçok ismin birbiriyle çeliştiği de bir vaka sanırım…

    Sistemli bir felsefeden bahsetmek zor ama özellikle Fichte’nin felsefesi Romantizmi önemli ölçüde etkilemiştir. En büyük etkiyi, bilindiği gibi, Fichte’nin BEN felsefesi, yaratıcı BEN fikri yapmıştır. Sonra Schelling belirir, Romantik doğa felsefesiyle. Onun öğretisi ise şudur: Doğa şuursuz tindir (Geist) ve tin şuurlu doğadır. Bu düşünce Romantik düşünürlerin fevkalade hoşuna gitmişti. Zira Romantizmde şiir ve felsefe arasında yoğun bir sınır ötesi alışveriş mevcuttu. Böyle olması da esasen iyiydi. Çünkü bu sınır ötesi alışveriş ortadan kalktığı vakit, bugün akademik felsefede olduğu gibi, felsefe kuruyacaktır. Ve felsefe bu durumda sıkıcı bir hal alacaktır, sadece kadrolu memur statüsüne sahip olduğu için hayatta kalan bir kurum olacaktır.

    Frederick Copleston, Rudolf Carnap’ın terimlerini kullanarak Romantizmi sistemli bir felsefe olmaktan çok, yaşama ve evrene karşı bir ‘‘yaşam tutumu/Lebenseinstellung’’ , bir ‘‘yaşam duygusu/Lebensgefühl’’ olarak görmek gerektiğini savunur. Ki, Nicolai Hartmann’a göre de Romantizm kendine özgü bir hayat tarzıdır (Eine Lebensstimmung eigener Art)… Romantikçe yaşamak ne demektir?

    Evet, bu da doğru. Romantizm yaşam karşı bir tutumdur aynı zamanda. Ben en çok E.T.A. Hoffmann veya Eichendorff gibi, bir şekilde çifte hayat süren Romantik düşünürlere sempati duyarım. Onlar bir yandan o harikulade eserlerinde kendilerini tüm bağlardan kurtarmışlardır, diğer yandan da, aynı zamanda sıradan sivil memurlar olarak hayatlarını sürdürürler. Bana kalırsa, iki dünyada yaşamak tek bir dünyada yaşamaktan her zaman daha iyidir: ‘‘Hem, hem de’’ daima ‘‘ya, ya da’’dan daha iyidir. İroninin Romantizmin bir parçası olması da buna tümüyle uygundur. Hayata karşı asla çok fazla ciddi olmamalı! İşte Romantik düşünürler de genelde fanatik kişiler değillerdir.

    Yine İsaiah Berlin, ulusçuluğun, demokrasi ve hatta totaliterliğin Romantizmden etkilendiğini söylüyor. Ki, siz her ne kadar aralarında direk bir ilişki olmadığını söyleseniz de, Romantizmin Faşizme, Nasyonel Sosyalizme giden yolu açtığını iddia edenler var… Sormak istediğim, Romantizm nasıl bir harekettir ki, hem edebiyatı etkiliyor, hem felsefeyi, aynı zamanda bir yaşam biçimi olduğundan bahsediliyor (siz onun dini bir hareket olduğunu da söylüyorsunuz) ve bütün bunlara paralel, Carl Schmitt onu apolitik bir hareket olarak nitelendirirken, bir ideoloji gibi algılanabiliyor ve faşist rejim Romantizm’den siyasi anlayışlarını destekleyici argümanlar çıkarabiliyor?

    Naziler romantik düşünürlerden de istifade ettiler -kendi amaçları doğrultusunda. Alman ormanlarına karşı beslenen sevgi, vatansever duygular, gizemli olandan zevk almak, irrasyonel olana meyil- bunların arasından faydalanabilecekleri ne varsa aldılar. Ama eğer biz bugün Nazilerin istismar ettikleri şeyleri bulaşıcı ve zehirli olarak görürsek, Nazilere bir zafer bahşetmiş oluruz. Ben Nazilere bu zaferi bağışlamak istemiyorum ve bu yüzden Romantizmi hala seviyorum.

    Ayrıca Naziler ideolojileri için ağırlıklı olarak sözde fen bilimine dayanan biyolojizmi kullandılar, Romantizmi değil. Ve buna rağmen biyolojizm bugün de fikri bir tehlike teşkil etmeye devam etmektedir. Söz gelimi, «egoist genler» zırvası natüralist insan tasavvurunun ahlaksızlığı ve ilkelliğinin çarpıcı bir örneğidir.

    Aydınlanma ile birlikte, insan bilimsel araştırmaların konusu olarak, sıkı bir determinizm içinde salt bir makina gibi görünmeye başlıyor, Romantizm de buna, yani aydınlanmanın eleştirel, analitik ve bilimsel akla yoğunlaşmasına karşın, yaratıcı tahayyülün gücünü, duygu ve sezginin rolünü yüceltiyor. Bugün de (post-)modern dönemin insana biçtiği yere karşı bir tepki söz konusu değil mi? Tüm dünyada mistik akımlara olan ilgi/eğilim de bunun bir sonucu değil mi? Ve bu tavır/tepki, sizce Romantik tepki ile kıyaslanabilir mi?

    Evet, kesinlikle. Ve bu ilgi/eğilim bence iyi de.

    Şimdi, burada önemli olan insanın geçmişe bakarak derlediği düşüncelerinin ya da hayalini kurduğu şeylerin bir şekilde doğru olup olmadığı değildir. Gerçekten objektif olan bir resmi zaten hiçbir zaman elde edemeyeceğiz. Ama burada önemli olan husus, mevcut olanın gürültüsü altında ezilmemek ve çığlıklar karşısında bastırılmamak için içimizde bir direnç ve dayanak noktası bulmaktır.

    Ben siyasi olarak demokratik çoğunluk prensibinden yanayım; ama eminim ki kültürel hususlarda olgun bir beğeni, engin bir bilgelik ve fikir zenginliği çoğunluğun tamamında bulunmamaktadır. İşte tam da bu sebepten dolayı çoğunluğun izlediği yolu takip etmeyen ve aynı suda yüzmeyen dik kafalı Romantik düşünürlere ihtiyacımız vardır.

    İşler yolunda gitmediğinde, şimdi’den memnun olunmadığında insanda geçmişe öykünme başlar, zira büyük umutlar beslenen gelecek henüz gelmemiştir, şimdi’nin şartları ise mutlu etmemektedir, dolayısıyla yapılabilecek tek şey belki de geçmişin süblime edilmesidir… Bu son asırlarda Müslüman toplumlarda da çok sık görülmüştür. Osmanlı’nın, Endülüs Emeviler döneminin, hatta Asr-ı Saadet’in bu denli yüceltilmesi belki böyle okunabilir. Romantizm de benzer bir tepki olarak değerlendirilebilir mi? Mevcut şartlardan (ekonomik, siyasal ya da kültürel) şikayetçi olan Romantiklerin, herkesin ve her şeyin, bir ve bütün olduğunu tahayyül ettikleri Ortaçağ’a ve Yunan’a iltica talepleri, geçmiş özlemleri, bahsettiğim tarzda bir geçmiş’in yüceltilmesi olarak görülebilir mi?

    Nietzsche bir keresinde şöyle der: Er ya da geç herkes, kendisi için, içinden doğup çıkmak isteyeceği bir geçmiş yaratacaktır.

    Bu böyledir. Ancak burada önemli olan, bunun bilincinde olmak ve sorumluluğunu üstlenmektir…

    Romantizm denilince akla bir antikite hayranlığı da geliyor. Ancak bildiğim kadarıyla, Yunan hayranlığı Romantizm ile ortaya çıkmıyor. Barok ve Rokoko sonrası, Klasizm’de de bir Yunan hayranlığı, kadim Yunan’a öykünme söz konusu… Nedir bu hayranlığın temeli? Ne kadar geriye götürülebilir? Ve hangi dönemde, ne kadar belirleyici olmuştur?

    Antikitede her zaman için kim ne görmek istiyorsa onu görmüştür. Klasik dönemde bu hayranlık soylu sadelik ve dingin görkemlilik olarak tezahür eder (Winckelmann). Romantiklerde ise bu daha çok cinsel bir şehvetti; Nietzsche’de ise bütünüyle Dionysian bir heyecan, Sokratik bir akılcılık, yani kesinlikle harmonik olmayan, çatışma içinde paramparça olmuş bir dünya idi. Bugün ise Yunanistan sadece çöken bir ekonomi, rüşvet ve (ekonomik) kurtarma paketleriyle ilişkilendiriliyor; EURO’nun ülkeye girişinin yol açtığı bir başarısızlık, bir trajedi ile…

    Varoluşçuluk akımının da Romantizmin mirasçısı olduğunu savunanlar var. Hatta varoluşçuluğun temel öğretisinin esas itibariyle Romantik bir öğreti olduğunu iddia edenler… Siz ne ölçüde katılıyorsunuz buna? Daha önemlisi, varoluşçuların kendileri üzerilerindeki Romantik etkinin farkında mıdır?

    Aslında değillerdi. Ancak esasen Romantizm’de nihilizm ile garip temas vardı, örneğin Bonaventura’nın gece nöbetinde, ki fevkalade güzel anonim bir metindir, nihilistik-varoluşçu bir yaşam duygusu vurgulanır.

    Romantizm’in bugüne etkisinin, bugünkü sonuçlarının neler olduğunu da sormak istiyorum… Zira siz Romantizmin bugün de var olduğunu söylüyorsunuz. Hakikaten Romantik bakış (post-)modern dünyada hala etkili mi? Yoksa 1790’larda başlayan akım, Eichendorff ve E.T.A. Hoffman ile artık tarih oldu ve son olarak 1968’deki öğrenci hareketlerine, 68 kuşağına bir yönüyle ilham kaynağı olduktan sonra tarih sahnesinden çekildi mi?

    Şükürler olsun ki, Romantizm bugün de yaşıyor. O yok edilebilir bir şey değil ki! Romantik otellerden, mum ışığında servis edilen fiks menülere kadar, bayağı bir sürü forma bürünse de o ortadan kaldırılamaz.

    Son olarak, Romantizm’in (Jung’un terminolojisi ile söylersek) Almanların kollektif bilinçaltındaki, bugün de görülebilecek etkileri nelerdir sizce?

    Romantizmin Almanların bilinçaltında ne ölçüde etkili olduğunu bilemem. Ancak o hâlâ bir şekilde yaşıyor ve insanların merakını celbetmeye devam ediyor. Kendi adıma, en azından ben bundan faydalanıyorum. Zira benim Romantizm hakkındaki kitabım yüzbinin üzerinde sattı. Okunması pek de kolay olmayan bir kitap için olağanüstü bir rakam bu. Ki Romantizmin de her zaman olağanüstü olanla bir ilişkisi olmuştur.

    Bizim için de olağanüstü bir son oldu, vakit ayırdığınız için çok teşekkür ediyorum.

    Ben teşekkür ederim.