İKİ KATMANLI ZAMAN

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • 1. Giriş
    1887’de gerçekleştirilen meşhur Michelson–Morley deneyi ışığın yer kürenin hareketiyle aynı doğrultuda ilerlerken de, yer küreye dik olarak ilerlerken de aynı hızda ilerlediğini kanıtladı. Bu beklenmedik sonuç sonunda Einstein’ın Görelilik Kuramını ortaya atmasına yol açacak etkili araştırmaları tetikledi. Böylece ışığın boşluktaki hızı evrende başka hiçbir şeyin ulaşamayacağı en yüksek hız olarak kabul edildi. Fotonlar ve diğer kütlesiz öğe parçaları bu terminal hızda, hareket kaynağının hareketine ve gözlemcinin bulunduğu konuma bağıl olmadan boşlukta yayılırlar. Bu olgu her ne kadar birçok deneyle kanıtlanmış olsa da henüz bu mantıksız görünen sabitliğin ve ışık hızındaki değişmezliğin ardında yatan nedenlerin felsefi veya kuramsal açıklaması yapılamadı. Bu terminal hız aynı zamanda neden-etki ilişkisinde de olabilecek en yüksek hız olarak da kabul edilir. Yani evrende hiçbir eylemin etkisi uzayda ışık hızından daha hızlı yayılamaz. Bu aynı şekilde yere bağlılık, yerellik (locality) ilkesi olarak da bilinir.

    Görelilik kuramının başarısına paralel olarak, Kuantum Mekaniği de atomaltı parçacıklarıyla bulundukları yer arasındaki karşılıklı etkileşimi kanıtlamayı başardı. Aslında Kuantum Mekaniğinin kanıtladığı nokta, Görelilik Kuramının yukarıda anılan temel ilkesiyle görünürde çelişiyordu. Bu çelişkinin nedeni, karşılıklı etkileşim yasasının kuantumun dolaşma ve geçiş noktaları açması sonucu yerle bağlantılı, yersel olmayan birçok karşılıklı etkileşimin olduğunu var saymasıydı ki bu da deneylerle geniş ölçüde gözlenmiştir.

    Görelilik ve Kuantum kuramları arasındaki bu kuramsal uyuşmazlık, doğadaki temel güçleri bir çatı altında toplamayı deneyen, bazı noktalarda uyuşan, bazılarında ayrışan kuramlara giden birçok araştırmanın önünü açtı. Bu kuramlar arasında Parçacık Alan Kuramı, Sicim Kuramı ve Kuantum Kütle Kuramı gibi kuramlar sayılabilir. Ama bu kuramlardan hiçbiri bu ana meseleyi tamamen berraklaştırmayı başaramadı. Hatta tam tersine çatışma son dönemde evrenin sabitliği konusunda ciddi biçimde belirginleşti. Hobson ve Efstathiou 2006 yılında evrenin sabitliği varsayımını “fizik tarihindeki en kötü kuramsal varsayım” 1 olarak tanımladı.

    2. Tekil Monad (Cevherü’l-Ferd) Modeli
    Kuantum ve Görelilik kuramları arasındaki kavramsal uyuşmazlık aslında maddenin [hâlleri ve parçaları] arasındaki sürekliliği (continuum) ve kesintililiği (discretuum) savunan iki farklı antik felsefe okulu arasındaki karşıtlığın bu çağdaki türevidir. Burada asıl sorun, bu iki kuramın mutlak olarak birbirlerine karşıt olması ama hiçbirinin tek başına tüm gerçekliği açıklamaya yetmemesidir. Bu durum ilk defa ışığın ve diğer temel zerreciklerin dalga-zerrecik ikiliğini içeren doğaları konusunda açığa çıkmıştı ki, bu nokta da Kuantum Mekaniğine giden yolu açmıştır. Çünkü Newton Mekaniği ve Görelilik Kuramındaki geleneksel görüş, yani zerrecikleri uzamın süreklilik arz eden, süregiden zemininde yerleşmiş noktalar veya küreler olarak gören görüş mikroskobik bakış açısıyla artık yetersiz hâle gelmişti. Bizzat Einstein şöyle diyor: “Bazen falanca kuramı, bazen ondan farklı başka bir kuramı, zaman zaman da ikisini birden kullanmak zorundaymışız gibi görünüyor. Ama burada yepyeni bir zorlukla karşılaşıyoruz. Elimizde gerçekliğin iki farklı resmi var; tek başlarına hiçbiri ışık olgusunu tamamıyla açıklayamıyor. Ama ikisi birlikte bunu başarıyorlar.”2

    O hâlde başarıya ulaşmak isteyen herhangi bir Tüm Şeylerin Kuramı uzay-zamanın sürekliliğini (continuum) ve kesintililiğini (discretuum) savunan görüşlerden yalnız birine güvenmemek durumundadır. Bunun yerine bu iki karşıt görüş böyle bir kuramın ürünü olmalı ve bunlar mikroskobik ve makroskobik bakış açılarında tamamlayıcı bir nitelik kazanmalıdır. Bu ölçütü karşılayan tek şey ise “birlik”tir, çünkü çokluk durumunda şeyler ya ayrık ya da sürekli olmak zorundadır; çokluk söz konusu olduğunda bu ikisinden başka seçenek yoktur.

    Ama aslında tüm doğal fenomenler çokluğun tezahürleridir. Çünkü bir eserin üretilmesi için öznenin bir nesne üzerinde eylemesi zorunludur, böylece özne veya nesnede yeni bir etki ortaya çıkar. Dolayısıyla akılcı mantıkta çokluk sadece en az üç şeyden meydana gelir; özne, nesne ve eylem. İşte bu nedenle evrenin taşma (sudûr) ile oluştuğunu savunan filozoflar şöyle bir sonuca varmıştır; “(Tek) birden sadece bir çıkar.”

    Sonuç olarak, nihai birlik üzerine dayanan makul bir kuram inşa etmek istiyorsak, metafiziksel birlikten fiziksel çokluğun nasıl çıktığını açıklamamız, aynı şekilde bize kesintili ve süregiden olarak görünen görünümleri göstermemiz gerekir. Bu tam da İbnü’l-A’râbî’nin yukarıda taşma bağlamında anılan mantıksal ilkeyi biraz değiştirmek suretiyle, kendi Tekil Monad Modelinde yaptığı şeydir. Bu değişiklikten sonra anılan mantıksal ilke şöyle olur; “Birden bir zamanda yalnızca bir çıkar.” Böylece “zamanın” gerçekliği daha önce hiç yapılmamış, benzersiz bir yolla açıklanmış olur. O hâlde sufilerin bazen Tekil monadı “her şey” diye adlandırmalarında şaşırılacak bir şey yoktur. Çünkü tekil monad evrendeki her tekil şeyi oluşturan şeydir. Bunu da zamanın gerçek akışının her bir tekil anında, hiç tekrar etmeden her bir tekil şeyde biricik ve göreli olarak tezahür etmesiyle gerçekleştirir. Sufilerin, “Biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık. Bizim buyruğumuz, bir anlık bakış gibi, bir tek sözden başka bir şey değildir.”3 ve “[…] O her an yaratma hâlindedir.”4 gibi değişik ayetlere getirdikleri yorumların dayanağı bu noktadır.

    3. İki Katmanlı Zaman ve Uzayın Sürekli İnşası
    Tekil Monad Modeli doğadaki fiziksel çokluk ile metafiziksel birlik arasındaki ilişkiyi açıklamak için, çokluğun tezahürü olarak “uzayın” tekil monad tarafından sürekli inşa edildiğini varsayar. Bu da, “zamanın” içsel bir katmanı olduğu ve bu katmanda uzayın, uzayın bileşenleri olan tüm zerrecik ve dalgaların sürekli yeniden yaratıldığı anlamına gelir. Elbette bu yeniden yaratım, zamanın bilindik (ölçülen) aşamasının dışında, zamanın anılan iç katmanının her bir anında gerçekleşir. İbnü’l-A’râbî bu ciddi hipotezi, doğrudan bu mesele hakkında kilit önemdeki şu ayetten alır; “İlk yaratmada acizlik mi gösterdik? Hayır, onlar yeni bir yaratma hususunda şüphe içindedirler.”5

    Zamanın iç katmanı evrensel zamandır. Yani tekil monadın olanaklı tüm yaratım durumlarını üretirken gösterdiği sürekli devinimin bir yansımasıdır. Bireysel monad denilen şeyler de bu evrensel zamanın art arda gelen, zamanla ilgili imgeleridir. Buna karşın dışa doğru işleyen zaman ise yerel zamandır. Yani varoluşlarının her bir teki anında bu bireysel monadların birbirlerine göreli olarak rastlaştıkları zamandır. Dolayısıyla bu zaman kesintilidir, çünkü her bir monad yaratıldığı ilk noktadan sonra ikinci noktada durur. Bu durma, monadın, ardından gelen uzam noktasında benzer şekilde tekrar yaratıldığı için zorunludur.

    Daha önce de ifade ettiğimiz gibi,6 bu iki zaman türü karmaşık bir biçimde iç içe geçmiştir. Ama burada “uzay” kavramının belirli bir bireysel monadla ilgili olarak tanımlandığını, yani belirli bir bireysel monadın zamanla ilişkili diğer monadları algılaması bağlamıyla tanımlanmış bir kavram olduğunu hatırlatabiliriz. Bir başka ifadeyle, evrensel zaman süregiden, kesintisiz bir oluş, bir varlıktır; uzay ve zamanı, geçmişi, şimdiyi ve geleceği kapsar. Buna karşın yerel zaman, yerel nitelikli var oluşun her bir tekil noktasının art arda gelmesiyle oluşan dizidir. Bu bağlamda, bir bireysel monadla ilişkili olarak düşünüldüğünde uzay, zamanın evrensel varlığın hızlıca görünüp kaybolan bir anı gibidir. O hâlde yerel uzay-zamanı gözlemleyen birisi, evrensel zamanın çok küçük bir parçasını algılamış olacaktır. Bu algılanan şey de iç içe geçen iki farklı zamanın karmaşasının tasarladığı, çeşitli parça veya dilimlerden oluşan bir yapıdır.

    Bu yenilikçi, iki katmanlı zaman ve sürekli inşa edilen uzay kavramı, fizik ve kozmolojide bugün hâlâ önümüzde duran birçok sorunu çözebilir, hatta tamamen aydınlatabilir. Mesela entropi sorunu (veya zamanın oku), ışık hızının sabitliği ve nedensellikle, yerellikle ilişkisi sorunu, ufuk sorunu (evren neden türdeştir?), derecelendirme sorunu (yerçekimi neden bu kadar güçsüzdür?), karanlık madde ve enerjinin varlığı, Kuantum Kütle Çekiminde hâlâ eksik olan kilit çözümün bulunma çabası gibi.

    Yalnızca yukarıda basitçe aktarılmış tanımlara dayanarak bile, neden hız için azami evrensel bir sınır olması gerektiği kolayca anlaşılabilir. Çünkü hiçbir şey kendi kaynağından daha hızlı hareket edemez. Işık hızı aslında yaratım hızıdır ve tekil monada göre oldukça anlıktır. Ama kendini fark eden tekile göreli olarak sınırlıdır, çünkü her biri ayrı yerel parçayı işgal etmektedir. Görelilik kuramının da onayladığı üzere; zamanın yayılması ve uzayın daralmasından dolayı, zaman ve uzay sıfır noktasına biri ışık hızını yakaladığı zaman ulaşırlar. Bize uzama dair yanlış bir algı, yani zamanla bakışımlı uzay kavramını veren, varoluşun sürekliliği şeklindeki yanlış insani ortak kavrayışa karşıt olarak bu yaklaşımda zaman oku meselesi de açık hâle gelir. Başka bir deyişle, Tekil Monad Modeline göre hiçbir şey sürekli tekrarlanmaz, dolayısıyla aynı noktaya tekrar dönemeyiz, yalnızca onun yeniden yaratılmış bir örneğine dönmüş oluruz. Bu gerçekten döndüğümüz nokta dışarıdan öncekinin aynısı gibi görünebilir. Hatta biz kendimiz bile döndüğümüz noktanın bu önceki örneklerine o nokta ile özdeş olarak bakabiliriz. Bu da aslında Herakleitos tarafından öne sürülmüş iddiayla aynı kapıya çıkar; “Kimse aynı ırmağa iki kez giremez, çünkü ırmak aynı ırmak değil, giren de aynı kişi değildir.”

    İki katmanlı zaman kavramı madde ve uzayı zamana, zamanı sayıya, sayıyı “bir”e indirger. Dahası bu yaratılmış “bir” de aniden “hiç”e indirgenir. Bu da iki katmanlı zamanın neden evrenin ruhu (Arapça “râha” kökünden, yani “geçip gitmek”) diye adlandırıldığını gösterir, çünkü o asla durmaz. Evrendeki tüm yaratma hâllerinde, dışa dönük zaman boyutundaki tüm tekil örneklerde dolaşır. Öyleyse bütün olarak evreni basit, aritmetik bir makine olarak veya evrensel bir bilgisayar olarak görebiliriz. Çünkü evrenin bu hoş yapısı bireysel monadlar sürekli varlık ve yokluk arasında salınıp durduklarından yalnızca “nicemli (quantized)” değil, aynı zamanda tam anlamıyla “dijital”dir de. İbnü’l-A’râbî’nin 1184 gibi erken bir tarihte, henüz yirmili yaşlarının başında bu nihai gerçeği bildiğini görmek gerçekten inanılmazdır. O yaşlarda İbnü’l-A’râbî büyük Aritotelesçi filozof İbn Rüşd ile karşılamış ve filozof ona, kendisine gelen tanrısal açınımların, keşiflerin açıkladığı noktaların filozofların çıkarımları gibi olup olmadığını sormuştu. Genç İbnü’l-A’râbî şöyle yanıtlar; “Evet ve hayır, ‘evet’ ile ‘hayır’ arasında ruhlar bedenlerini terk eder.” (Fütûhât: I.153.33)

    Mutlak varoluş durumuna ışık, enerji, ısı, dalgalar veya ruhlar karşılık gelirken, var olmamak da zerrecikler ve kütleye denk gelir. Gerçek varoluş daima ışık hızındadır ama bizim doğamız gereği kavradığımız sınırlı hızlar zamanın iç katmanın yarattığı bir ortalamanın sonucudur. Bu ortalama da birbirlerine bağıl kütle ve enerjiyi gösterir, ayrıca deneysel olarak yeterince kanıtlanmış olsa da henüz kuramsal açıdan sonuçları açıklanmamış şu meşhur denkleme uygun olarak aralarındaki dönüşümü verir.

    O hâlde uzayın yayılımı ve zamanın geçmesi şeklindeki algılarımız hayalîdir. Zira zamanın gerçek akışının belirli birimlerinde gerçekten var olan şey yalnızca tekil monaddır. Oysa bireysel monadlar çoklusu bu tekil monadın izleri veya imgeleridir. Yine bu imgeler de ardışık olarak ilerleyip, uzayın üç boyutunu yaratmak için dışa doğru ve maddenin üç boyutunu yaratmak için içe doğru değişik serbestlik derecelerinde kavis çizerler. Tekil bir gözlemci veya bir bireysel monad belirli bir yerde tekrar yaratıldığında ve sonradan yeni bir yer veya konumda tekrar yaratıldığında, bu değişimin sonucu olarak, uzayı bir başka bireysel monad aracılığıyla kavrarken zamanı ise geçen bir şey olarak hisseder. Ama gerçekte zaman, yani uzayın üç boyutu ve daha yüksek boyuttaki her bir madde zerreciği, çizgisel olarak ilerleyen kronolojik varoluşla asla katışmaz. Bir başka deyişle zaman ve uzay (ve ondaki her şey) tekil monadın süregiden varoluşunun kesintili yapıdaki örnekleridir. Ama uzay belirli bir karedeki tüm bireysel monadların varoluş mahalliyken, zaman ise ardışık kareler üzerine denk gelen bireysel monadların varoluş mahallidir.

    4. Nedensellik, Yer İle İlgili Olma ve Gerçek Devinim
    Tekil monadın ve dolayısıyla ışığın hızı yaratımın evrensel, sabit hızıdır. Bu hız da devinimleri yalnızca uzayın ardışık parçaları arasındaki değişimin sonucu olarak olanaklı olabilen nesne ve zerrelerin yerel hızlarından mutlak surette bağımsızdır. O hâlde süregiden değişim ışık hızına, yani süregiden varoluşun ötesinde hiçbir şey olmadığı için aşılamaz olan hıza karşılık gelir. Bu da Özel Görelilik kuramını doğururken aynı zamanda neredeyse anlık denilebilecek bir değişim türünü de olanaklı kılar. Çünkü insani ortak duyunun algılayabileceği gerçekten süregiden bir devinim yoktur. Ortak duyu böyle bir devinimi, aynı nesnenin sonsuza kadar birbirine bitişik yerleri sırayla terk etmesini algılayamaz. Ama bu süregiden devinim, izleyen parçaya dik olarak evrenin diğer ucunda olacak yeni bir yerde yeniden yaratımdır. Bu da genellikle kuantum tünellemesinde veya Einstein-Podolsky-Rosen (EPR) paradoksundaki gibi iki zerreciğinin birbirine karışmasıyla gerçekleşir.

    Öte yandan, yeniden yaratım herhangi bir yeni monad meydana getirmeyip yalnızca var olan monadların farklı hâllerinde bazı değişiklikler yapar. Bu, evrenin yapısının küresel ölçekli tek katmanlı, durağan dalgaya veya nicemli titreşimlerden oluşmuş kapalı bir siteme benzediği anlamına gelir. Böyle bir sistemde, belirli bir mahalde dışsal bir etkenin düzende neden olduğu sapma bu mahalle bitişip diğer mahallerde de zincirleme bir düzensizliğe neden olur. Sistemin bu korunaklı yapısı da genellikle korunum yasaları, mesela enerjinin veya momentumun korunumu yasası ile açıklanır ki bu yasalar aslında yalnızca yersel veya bükülmüş uzay-zamanda uygulanır. Bu yeniden yaratımın meydana getirdiği yeni bakış açısıyla korunum yasaları yalıtılmış bir sistemde de uygulanabilir ama yalıtım mutlaka uzamsal bir yakınlık-uzaklık sayesinde olmayabilir. Bu durum da yersel ve hatta zamansal olmayan etkilerin, yani uzay ve zamanda dolaylı etkilerin doğmasına olanak sağlar.

    Gözle görülebilir, kurallara uygun durumlarda düzendeki sapma kademeli, yumuşak -ama hâlâ kesintili- bir devinime veya değişikliğe neden olur. Bireysel monadın her yanında muazzam sayıda başka monadlar olduğu için düzendeki karışıklığın neden olacağı etki bu bireysel monadın hemen bitişiğindeki monadla sınırlı olacak ve bu etki kısa süre sonra, enerjisi tükendiğinde çabucak yok olacaktır. Bu niteliklerde görünen devinim ışık hızıyla sınırlandırılır, çünkü değişim uzayda sonsuza kadar süregiden bir şey olarak görünebilir.

    Küçük, kapalı bir sistemin evrenin bir parçası olarak yalıtıldığı ve bu yalıtımın uzamsal bir yalıtım olmasının zorunlu olmadığı, EPR paradoksuyla birbirine katışmış iki zerreciğinin durumunda olduğu gibi özel bir durumda, düzendeki sapmanın etkisi bir an görülüp kaybolacaktır. Çünkü bu etki uzaydaki yerleriyle bağlantılı olmaksızın, yalnızca çok az sayıda monada geçebilecektir.

    Dahası, gözlemcinin bu kapalı sistemin bir parçası olduğu durumlarda, bu sistemin “dalga-fonksiyonunun” çökeceği bir hâlin belirlenmesi üzerinde muazzam bir etkisi olacaktır. Olağan gözle görülebilir durumlarda gözlemcinin etkisi çok önemli değildir. Çünkü gözlemciyle birlikte başka birçok neden ışığın hızının sınırlanmasında güç uygulamaktadır, yani bu durumda etki olağan bir şekilde uzamsal bakımdan yalıtılmış birçok sayıdaki monada dağılır. Dolayısıyla gözle görülebilir durumlarda gözlemcinin veya ölçümün etkisi yalnızca fiziksel güç aracılığıyla olacaktır. Ama küçük, yalıtılmış veya katışmış sistemlerde durumun gözlenmesi, kaydedilmesi dalga fonksiyonunun bozulmasında dikkate değer bir etki yapabilir.

    Tekil monad tarafından uygulanan sürekli yaratma işlemi kuramsal olarak “durdurulur” ve yalıtılırsa etrafımızdaki şeylerin zamanın bir anında yaratılan durağan bir resmi veya uzayın yalın çerçevesi çizilebilir. Bu farazi anı izleyen her anda, tüm bileşenleriyle birlikte uzayın bu çerçevesi, değişik konumlarda bulunacak olası küçük değişimlerle yeniden yaratılır. O hâlde dünyanın devinimli görünümü yalnız bir andaki görünümdür ve evrenin küçücük ölçülerde değişen çerçevesinde bu anı izleyen diğer anlarda sürekli yenilenir. Devinim gözlemlenebilir, çünkü şeyler farklı yerlerde sırayla görünebilir. Ama gerçekte bu edimsel (kademeli) devinim değildir, zira gözlemlenen nesneler göründükleri farklı uzamsal konumlarda her zaman durmaktadırlar. Bu da Zenon’un paradokslarından birindeki, ilerleyen okun aslında ilerlemediği şeklindeki iddiasıyla aynı noktaya çıkar. Zenon’un bu paradoksunu Bertrand Russell şöyle tanımlar; “O [ok] asla hareket etmiyordur, yalnızca mucizevi bir şekilde konumun değişmesi iki an arasında olmak zorundadır, bu da hiçbir zaman hiçbir şekilde hareket etmez demektir.”7

    Bunun sonucunda, birim zamandaki mesafe olarak ölçülen hızın yalnızca gözle görülebilir bir tahmin, bir yaklaşık hesap olduğu ortaya çıkar. Bu kesin olmayan, yalnızca yaklaşık görüntü, gözlenen sistemin bizzat dünya veya onun önemli bir parçası olduğu yerde, dolayısıyla gündelik deneyimde gayet iyi işler. Bu yaklaşık hesap, mikroskobik ölçeğe uygulandığında veya sistem çok küçük olduğunda yalnızca hacim ölçümlerinde değil, aynı zamanda zerreciklerin miktarının hesaplanmasında da, bunlar uzayda ve hatta zamanda büyük oranda ayrılmış olsalar da ciddi hatalara neden olabilir. İşte bu nokta, bu alanda Görelilik Kuramının başarısız olmasına karşın Kuantum Kuramının başarılı olmasının nedenidir. Görelilik, Kuantum Mekaniğinin gözle görülebilir boyuttaki yaklaşık hesabıdır ama tersi doğru değildir.

    Kuantum Mekaniğine tüm sistemin hâlini tanımlayan dalga fonksiyonuyla başlarız. Burada ortaya çıkabilecek herhangi bir sapma, yeniden yaratımın izleyen anlarında art arda ortaya çıkacak bir etkiye neden olacaktır. Dolayasıyla, sistem çok küçük olduğunda yersel olmayan etkileşimler ortaya çıkabilir. Sistem uzayda farklı bölgeleri kaplıyor olsa bile durum değişmeyecektir. Çünkü değişim mesafeyle değil, korunum yasalarıyla sınırlandırılır. Mesafenin etkisi geniş sistemlerde geçerlidir, çünkü bu durumda enerji çok sayıda bireysel monada -bu monadlar uzamsal olarak bağlantılı, yani uzayın kesintisiz, süregiden bir bölgesinde olduklarında- yayılarak tükenir.

    Sonuç olarak, değişim her zaman bireysel monadın hızıyla veya yeniden yaratımın frekansıyla sınırlandırılır. Varlığa gelmenin bu sabit frekansı nedenselliğin hızıdır ve asla aşılamaz. Geniş sistemlerde değişim genellikle mekanik yasalarını uygulayabileceğimiz yumuşak devinimler aracılığıyla olur. Bu bağlamda hız, birim zamanda alınan mesafe olarak tanımlanır ki burada yeniden yaratımın evrensel frekansı ışığın boşluktaki evrensel hızıyla aynıdır. Küçük sistemlerde frekanstan söz edebiliriz ama ortak duyuya verili, yani birim zamandaki mesafe olarak alınan hızdan söz edemeyiz. Çünkü bu sistemlerde yeniden yaratım, sıradan görünümlü, süregiden devinimden farklı olan, yersel olmayan değişikliklere neden olabilir. Mesela, elektronun atomdaki farklı enerji seviyeleri arasındaki orbital sıçramasını kavrayabiliriz. Ancak bunu klasik mekanikle inceleyemeyiz, çünkü bu örnekte elektronun orbitaller arasındaki hızından söz edemeyiz, çünkü elektron bunların “arasında” değildir zaten.

    * B.A.E. Üniversitesi Fizik Bölümü



    1. 1 M.P. Hobson, G.P. Efstathiou & A.N. Lasenby (2006), General Relativity: An introduction for physicists (Reprint ed.), Cambridge University Press, p. 187, ISBN 978-0-521-82951-9
    2. 2 David Harrison, (2002), “Complementarity and the Copenhagen Interpretation of Quantum Mechanics”, UPSCALE. Dept. of Physics, U. of Toronto, Retrieved 2008.06.21
    3. 3 Kamer suresi, 54:49,50
    4. 4 Rahmân suresi, 55:29
    5. 5 Kâf suresi, 50:15
    6. 6 Mohamed Haj Yousef, “The Single Monad Model of the Cosmos”, The Actual Flow of Time, s. 100
    7. 7 Wesley C. Salmon (ed.), Zeno’s Paradoxes (Indianapolis: Bobbs-Merrill, 1970), s. 11