MÜSLÜMANLARIN DIJİITAL KİBRİT-İ AHMER İLE İMTİHANI
Gökhan Yücel

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Dijital çağ sayısız nimetleri kadar külfetlerini de beraberinde getirdi. Son 20 yılın icatları, peşine sıralanan hızlı teknolojik gelişmeler ve moda tabiriyle dijitalleşme, yepyeni tüketim, bağımlılık, kullanıcılık, aidiyet, kimlik, mahremiyet, güvenlik, ticaret, eğitim, öğrenme, etkileşim, etki, hatta güç tanımlarını dayatmaya başladı. Daha birini anlayamadan bir yenisi, daha birini tam öğrenemeden, ona ulaşamadan, albenisi daha yüksek başka bir dijital ürün veya hizmet hayatlarımıza girdi. Yeni sürümlerin ve modellerin takibi elzem kılındı. Dijital oyunlar ve mobil uygulamalar da buna dâhil. Oyun deyip geçmemek lazım, Türkiye’de günde ortalama 3 saat ve üzeri oyun oynayan 25 milyonu aşkın insan var. Bu oyunların çoğu sosyal medya üzerinden oynanan sosyal oyunlar.

    İçinde yaşadığımız ama sanki hep 10-15 sene sonra yaşanmaya başlanacak gibi düşünüp konuştuğumuz bu dijital çağın çerçevesini en iyi çizen çalışmalardan birisi Google’un CEO’su Eric Schmidt tarafından kaleme alınan Yeni Dijital Çağ: İnsanların, Ulusların ve İş Dünyasının Geleceğini Yeniden Şekillendirmek isimli kitabıdır. Bu yapıt, kişilerin, kimliklerin, vatandaşlıkların, devletlerin, devrimlerin, terörün, çatışmaların, savaşların ve yeniden inşa süreçlerinin geleceğini masaya yatırırken anahtar olarak nitelendirdiği bir kavramı öne çıkarır: Bireyselleştirme. Bu kavram içinde ikili bir anlam barındırır. Hem kişiye özel çözümler (personalization), hem de kişiye göre özelleştirilebilen çözümler (customization). Schmidt’in anlattığı dünyanın içinde barındırdığı alt metinler iyice incelendiğinde tüm oyunların bozulup dijitale göre silbaştan kurallar konacağı gibi bir sonuç çıkarabiliriz. Modernitenin bireyselciliğine karşı dijital çağın kişiselleştiriciliğidir iç içe geçen ve bu iki tarihsel paradigmayı birbiriyle kavgasız ama sorunlu hâle getiren.

    Durum böyle olunca kişiselleştirilmiş çözümlerle buluşan kullanıcıları, daha doğrusu herkesi ve her şeyi birbirine bağlayan dijital mecra, platform ve ağlar da gitgide önem kazanmaya başlıyor elbette. Hepimiz bir şekilde milyarlarca diğer kullanıcı ile beraber bulut teknolojilere bağlıyız. Tüm verilerimizi orada tutuyoruz. (Örn: gmail, Google Doc hesapları vs.)

    Yeni sosyal ilişki ve etkileşim biçimlerinin neticesinde kişiselleştirilmiş hayatlarımız sanal âlemlere kaydı. Sonra… Dijital mevzubahis olunca ahlak pozitivistleşti. Biraz daha ileri gidelim, ahlaka gerek kalmadı. Çünkü her şey kişisel, ahlakın yaptırımlarından kurtulmak bile belli birkaç prosedürü yerine getirerek tamam oldu. Sekürleşme tartışması hiç olmadığı kadar post-seküler eksene kaydı. Hepimiz, merkezinde insan olmayan, insanı makineleştiren, aynı zamanda makineyi insanlaştıran/insanileştiren, fiziği, sayısallığı, nicelliği ruhanileştiren bir çağın sorunlarıyla yüzleşir olduk. Çünkü aynı niceliksel, sayısal, matematiksel, dijital çözümler bizi ve anormalliklerimizi, onları yapmayı sürdürmemize rağmen setretmeye başladı.

    Âdeta insanlığı içine doğru çeken birer kara delik misali, 7’den 70’e hemen herkes internete erişimi olduğu sürece Google, Facebook, Twitter gibi dev sosyal medya şirketlerinin ürünlerini kullanır hâle geldi. Instagram, Snapchat, Whatsapp ile haberleşmeye, görüntülü anlık mesajlar göndermeye, elinin yüzünün şeklini değiştirmeye (filtrelemeye) başladı. İnsanlar kendi kendilerinin fotosunu çekip (selfie) paylaşmaya o kadar tutkuyla bağlandı ki bu psikopatolojik bir akım hâlini aldı. Sosyal medya önceleri sosyal ağlarda mevcut tanıdık arkadaşlar aransın bulunsun diye var dendi. Sonraları yeni yeni hiç tanımadığımız, yüzyüze bile gelmediğimiz kişilerle arkadaşlık kurduk, onların paylaşımlarını kimi zaman yerdik, kimi zaman beğendik. Sosyal medya kullanıcıları, iki insan arasında ne yaşanabilirse siber dünyada yaşamaya kalkıştılar. Birbirlerine aşık oldular, nefret ettiler, siyasi, toplumsal kavgalara giriştiler. Bunların hepsi ekranların önünde yaşandı. Ekran çözünürlükleri arttıkça, grafik imkânlar gerçeğe yaklaştıkça dijital dünyada kemalât da arttı zannettik. Hâlbuki kem alât ile kemalât ne mümkündü!

    2015-16’da toplam 14 trilyon GB veri üretilmiş/tüketilmiş oldu. Tüm bu veri bombardımanında, bundan sonraki her bir teknolojik gelişme/yenilik beraberinde bir sorun getiriyor. İnsanlar teknolojik gelişmenin kendilerine sağladığı kolaylıklardan faydalanırken, paradoksal olarak bir de aynı gelişmelerin kendileri için tehdit veya tehlike oluşturan konularıyla uğraşmak zorunda kalıyorlar. Öyle ki dijital itibar, kimlik, prestij üzerine tartışmalar her geçen gün katlanarak çoğalıyor. Dijital bullying, hack, troll hesaplar, sibergüvenlik, sahte haberler, bot yazılımlar neredeyse günlük lisanımızın çok kullanılan birer kavramı oluverdi.

    Dijital veri kullanımı kullanıcılar arasında erişimi kolaylaştırdı kolaylaştırmasına, ancak her bir kullanıcıyı birçok anlamda daha kolay takip edilebilir bir konuma getirdi. Ünlü dijital çağ uzmanı Evgeny Morozov bu çelişkiyi “algoritmik düzen” (algorithmic regulation) şeklinde kavramsallaştırmıştır. Biz kullanıcılar dijital imkânları, araç ve gereçleri, uygulamaları kullanarak yaşam alanlarımızı her anlamda daha kolay yönettiğimizi sanırken, aslında bu yazılımları yöneten matematiksel hesaplamaların, algoritmik düzenlerin, yapay zekâların, öğrenen makinelerin nesnesi hâline geliyoruz ancak haberimiz yok. Biz bu yazılımlar istediklerimizi yapar zannederken, o yazılımlar bize hangi “makul” çözümü sunsa, ne derse harfiyen itaat eden birer kullanıcı oluverdik. En basiti, İstanbul gibi büyük bir şehirde hangimiz navigasyon uygulamalarının sözünden çıkıyoruz da kendi başımıza yolumuzu buluyoruz?

    Endüstri Devrimi’nin çizgisel rasyonelitesi artık birçok alanda, dijital çağın ve yeni endüstri devrimlerinin katlanarak büyüyen, alinear, kuantum ve exponential çözümlerine yenik düşüyor. Bu bir Batı-Doğu, ileri-geri mevzusu değil. Bu mevzular dahi artık dijital çağda konu değil. Çünkü Batı-Doğu tarihsel jeopolitiği gündemden düştü. Facebook’un sınırsızlığında hangi Batı-Doğu’dan bahsedilebilir? Endüstri Devrimi’nin moral ve etik kodeksi dahi yine dijital çağ uzmanlarının getirdikleri dijital içtihatlarla yer değiştiriyor. Gelenekselciler şu anda hâlâ sessiz. Hatta neredeyse eminim ki, İlahiyat Fakülteleri’nde bu konuda araştırma yapan bilim insanı sayısı yok denecek kadar azdır, belki de yoktur.

    Yaşadığımız dualite, kendine sanki yeni çıkış yolları bularak rahatlama arayışına girmeye yeltenmiyor değil. Hayatlarımız sanal ile gerçek arasında kaldı dediğimiz günlerde “sanal gerçeklik”, “arttırılmış gerçeklik” gibi yitirilen gerçekliğe yeniden dönüş sağlanmaya çalışıldı. Ama nafile! Gerçek anlamda gerçeklik bir daha belki de hiç karşılaşılmamak üzere aramızdan ayrılmışa benziyor. Geneksel kartezyen rasyonelite ve onun son iki yüz yıldır neşvünema bulan her türlü uzantıları daha önce hiç yaşanmamış biçimde ciddi birer sınavdan geçiyor. Düşünün onlar bile zorlanıyor.

    Öyle ki artık hiçbir gerçek eski bildiğiniz gerçeklikle değerlendirilmemeli savını dillendirenler tarafından bu dönemi anlatmak için “gerçeklik sonrası” (post-truth) tabiri ortaya atıldı. Bir tartışmada, olayda, siyasi seçimlerde maddi hakikatlerden çok algıyı, ekseriyetle dijital manipülasyon araçları yardımıyla şekillendiren duygu, imge ve yalanlar ön plana çıktı. Trump’ın Clinton’ı devirdiği son başkanlık seçimlerinde yaşananlar ortada. Trump seçimi nasıl kazandı? Ruslar’ın hackerlar vasıtasıyla Amerikalı seçmenin bütün algılarını değiştirip Trump’a oy vermelerini sağladıkları savını konuşanların sayısı az değil. FBI konuyu araştırıyor. Hâlâ kimse işin içinden tam manasıyla çıkabilmiş değil.
    Şimdi durum böyleyken bütün sorumluluğu kişiselleştirilmiş ve yapay zekâ uygulamalarının ona dayattığı çözümlere bırakan kullanıcılar ne tür bir etik ile hareket edebilirler. Lafa bakılsa dijital etik sözlük manasıyla: “Bilgi ve iletişim kaynaklarını kullanırken eleştirebilen, çevrimiçi yapılan davranışların etik sonuçlarını bilen, ahlaki olarak çevrimiçi kararlar alabilen, teknolojiyi kötüye kullanmayarak başkalarına zarar vermeyen, sanal dünyada iletişim kurarken ve işbirliği yaparken doğru davranışı teşvik etme” demek. Hangi kullanıcı bugün sırtındaki siyasi, sosyal, ticari, toplumsal yüklerden sıyrılarak çok arifane bir etik ile dijital dünyada amel edebilir. Elimizde ampirik ölçümler yok ama bakıldığında sosyal medyanın bir kavga, güvenlik, mahremiyet ve güven cehennemi hâlini aldığına şahit olmaktayız.

    Endüstri Devrimi ve sonrasındaki gelişmelerin karşılaştığı en ciddi kırılma noktalarından birisi siber ile fizikselin birleşerek ortaya çıkardığı yeni üretim ve tüketim ekosistemidir. Endüstri 4.0, diğer bir ifadeyle Dördüncü Endüstri Devrimi artık hız kavramıyla anlatılamayacak boyutlara ulaşan teknolojik gelişmenin vardığı son evreye verilen isim. Endüstri 4.0, siber-fiziksel sistemlerin hâkimiyeti demek. Birinci Endüstri devrimi su ve buhardan faydalanan mekanik bir devrimdi. İkinci Endüstri Devrimi elektrik sayesinde kitle üretim, üretim bantları, montaj sanayinin doğuşuna verilen isimdi. Üçüncü devrim otomasyon ve bilgisayarın devrimiydi. Dördüncü Endüstri Devrimi ise otomasyondan otonomlaşmaya, özerkleşmeye, kendine kendine yetebilir, programlayabilir cihaz, yazılım ve donanımın piyasada yaygınlaştığı bir dönem. Bu dönemde, insan ile makine artık fark edilemeyecek biçimde birleşecek, eklemlenecek, bağlanacak, birbiri içine geçecek. İnsan hayatının üretim ve tüketim süreçlerine ait her alanda bu değişim hissedilecek. Akıllı (sürücüsüz) arabalar, giyilebilir teknolojik eşyalar, sağlık uygulamaları, sigortacılık ve akıllı şehirler, eğitim teknolojileri, dijital para birimleri (bitcoin), robotlar, yapay zekâ, sanal gerçeklik, artırılmış gerçeklik hayatlarımızın merkezine yerleşecek.

    Yapılabilecek en büyük yanlışlık, kabaca özetlemeye çalıştığımız bu değişimi, sadece bir tüketici gözüyle okumak; daha da büyük yanlışlık bu gelişimi, sadece sosyal medyadan ibaret saymaktır. Bugün insanlığın teknoloji ile yaşadığı sorun çok daha kapsayıcı, üzerine sosyal ve insani bilim insanları tarafından teorilerin kurgulandığı metafizik ve varoluşsal bir sorunsala tekabül etmektedir.

    Nasıl ki varlık âlemi bir teceddüd-i emsâlden ibarettir, işte yaşanan dijital değişim de dur durak bilmeyen, sürekli bir zuhuratlar zincirdir. Okumayı bilene… Bu büyük devinimi hiç değilse siyaseten ve bu siyasalın getireceği etik anlayış ile makro düzeyde kontrol etmek için yapılan yönetişim arayışları (internet governance) ise “İnterneti kim kontrol edecek?” sorusuna kimseyi tatmin etmeyen cevap bulunamadığı için hep sonuçsuz kalıyor. Devletlerin kendi kontrol çabaları algoritmik ölçekte siyasi beka sorunlarına iyi gelse de kullanıcı tarafından çoğu zaman anlamsız ve kabul edilemez bulunmakta. Dijital kullanıcı özgürlüklerinin başka hiçbir özgürlük türüne benzemediğini hatırlatmak isterim. Çünkü işin içinde bambaşka bağımlılıkla ilgili ve varoluşsal temalar var. Neticede internet hâlâ yüzde 80-90’ına yakın bir oranı karanlık tarafta (deep web) kalmak ve ne kadar şer varsa bu devasa alanda ikmal edilmek ve çoğu zaman %10’luk iyi tarafa da sirayet etmek suretiyle uçsuz bucaksız bir âlem. Her gün büyüyor ve genişliyor. Kötü, iyiden daha güçlü, fazla ve hızlı. Kötü/karanlık, iyiyi yönetiyor ve yönlendiriyor.

    Peki ya müslümanlar bu işin neresinde? Sosyal medya, daha genel bir şekilde dijital dünya için özel bir etikten bahsedebilir miyiz? Tüm bu veri bombardımanında yeni bir fıkıh mı gerek? Kullanıcı müminler nasıl davranmalı? Kul hakkı ve kullanıcı hakkı arasında fark var mı?

    Eğer Müslümanlar son 200-250 yıldır debelendikleri, bocaladıkları Endüstri Devrimi’nin, çok genel bir ifadeyle modernitenin onlara kazandırdığı ve kaybettirdiği diğer her şeye davrandıkları gibi dijital çağa da muamele ederlerse, ne dijital bir etik, ne de dijital bir fıkıh bu dönüşümde onlara yardımcı olabilir. Çünkü mevcut dijital devrim, Endüstri Devrimi’ni de aradan çıkarıyor. Böylelikle mesela Müslümanların siyasetle olan ilişkilerini düzenlerken kullandıkları modern bir kavram olan siyasal İslam gibi bir kavramın dijital çağ uyarlaması olan muadil bir uyarlamasına da, modernite aradan epeyce çıktığı için başvurmak imkânsızlaşıyor. O yüzdendir ki, özellikle sosyal ağları kullanırken kimlik sorunları ziyadesiyle çoğalıyor. Dünyada en çok sahte hesap açan sosyal medya kullanıcıları Müslümanlar. Çünkü sosyal medyada Müslüman kimlikleriyle yapamayacakları her türlü şeyi sahte hesapların arkasına sığınarak yapmaya cüret edebiliyorlar, üstelik hiçbir ahlak ve etik tanımadan, seküler kimliklerini bile es geçerek, sadece dijital dünyanın onlara tanıdığı kişiselleştirilmiş kullanıcı konforuna arkalarını yaslayarak. O yüzdendir ki, kulluk ve kullanıcılık merkezli bir sorgulamaya ihtiyacımız var. Kulluğun emir ve nehiylerini kullanıcıyken nasıl ikmal etmeliyiz? Meselemiz bu.

    Algoritmalar veriyi şekillendiren yapısallaştıran sorgulanabilir, programlanabilir ve kendi kendini programlayabilir hâle getiren akış diyagramlarıdır. Günümüz dünyasında algoritma dendiğinde en fazla sorgulanan konu, bir gün insanlığın her sorununa deva bulabilecek bir “cumhur algoritma” keşfedilebilecek midir? Çünkü Müslümanlar da dâhil tüm insanlığa yeni jeopolitik ve güç dengeleri kurdurtacak olan yapay zekâ ve kendi kendini programlayabilen/öğrenen makinelerin ihtiyacı olan ve gitmek istediği en uç nokta budur. Pedro Domingos The Master Algorithm (Cumhur Algoritma1) adlı eserinde bu arayışın insanlığın en teknolojik kemalât arayışı olduğunu anlatır. Yine Josh Sullivan ve Angela Zutavern’in birlikte kaleme aldıkları, Matematiksel Ortaklık: Makineler ve İnsanlık Nasıl İmkânsızı Başarır isimli kitap yapay zekânın gelecekte nasıl bir dünya şekillendireceği sorusuna cevap arar.

    Müslümanların yapay zekâ ile sınavı kolay olmayacaktır. Bu konuda acil çalışmalara ihtiyaç vardır. Müslüman ve Eşref-i Mahlukat olan Hz. İnsan, düşünün ki bir yazılım veya robot kendisine ne diyorsa onu yapıyor. Veya öyle bir dünya şekillenmiş ki bir makine veya yazılım kendisine ne yapmasını söylerse, neyin iyi neyin kötü olduğunu söylerse itaat etmek zorunda kalıyor. Kimse kafa yormuyor ama bu gidişle Müslümanların önümüzdeki 30-40 yıl olmadan karışılaşacakları en çetin sorular bunlardır.
    Nasıl bir sonuç çıkarılabilir? Tasavvuf okumaları burada kilit bir konumda. Tasavvuf müelliflerinin düşünceleri ile dijital çağın artılarını, eksilerini, getirilerini, götürülerini, gelişimini, insanlığın temel değerlerine etkilerini, ama daha çok arayışlarını açıklamak pek sık başvurulan metaforik bir yöntem olmasa gerek. Nitekim özellikle ülkemizde bu tür detaylı çapraz ve disiplinlerarası akademik okumaların aksine popüler kültürün genellemeleri baskın gelir ve en sık rastlanan benzetmeler Matrix, Inception vb. teknoloji-yoğun/ bilim-kurgu (sci-fi)  filmlerin köklerinin “tasavvuf”a dayandığı şeklinde üretilen şehir efsaneleridir. Konu biraz da havas ve kabala sosuyla tadından yenmeyecek bir “popcorn” hâline gelir. Yine, bilim ve teknoloji alanında Newton fiziğini aşan yeni arayışlara yelken açan kuantum düşünce sistemi ve tasavvuf arasındaki bağlar keza fazlasıyla konuşulmaktadır.

    Ancak bugünkü dijital çağın arayışı olan her şeye deva bir “cumhur algoritma” ve Müslümanların buna karşı konumu ile tutumu evvelemirde bir tedbirat meselesidir. En azından bendeniz böyle bir beraber okuma önermekteyim. Nasıl ki İbnü’l Arabi’nin “kibrit-i ahmer” önermesi tasarrufta bulunmaya malik zevata mahsus bir iksirden bahsederse, her derde deva, kâmil, cumhur dijital kibrit-i ahmer arayışı da böyle bir sürecin habercisidir. Maalesef bu arayış köklerimizle tenakuza düşer biçimde Müslümanlar’ın konusu bile değildir. Ne yazık ki Müslümanlar kibrit-i ahmer meselesinin künhüne ne kadar vakıfsa, onunla ne kadar ilgiliyse, dijital çağın iksiriyle de o kadar kurbiyyet kuracaktır. Hülasa konumuz bize dayatılan ve son 250 yılın konusu olan bir etik meselesinden önce ve öte bir ilim ve irfan meselesidir. Bundan 1000 yıl önce El Harezmî, sonraları El Cezerî, İbn-i Sina’da daha etik lafzı bugünkü manada icad olunmamışken, teknoloji, astronomi, bilim ve tıp, İbn-i Arabî’de ise Fusûsu’l-Hikem şeklinde ortaya çıkan aynı tecelliyattır. Bunların cevheri birdir. Tedbîrât-ı ilâhiyye’dir. Gerçeklerin yalanla yer değiştirdiği post-truth çağda, bu hakikatı idrak edemediğimiz sürece Dördüncü Endüstri Devrimi’nin kurallarını koymak yerine, konulan kurallara, yapay zekâlara, öğrenen makinelere harfiyen uymak zorunda olan bir zümre olacağa benzeriz. Allah muhafaza!
    1 Yazarın tercümesi.