KUDÜS’TE KANUNİ DEVRİNDEN BAZI ESERLER
Fahmi Ansari*

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Yavuz Sultan Selim’in 1517’de Kudüs’e girmesi Biladü’ş-Şam ve Mısır bölgesinde sürecek 400 yıllık bir hükümranlığın başlangıç noktasıydı. Yavuz Sultan Selim ömrü vefa etmediği için bu büyük fethin semeresini göremedi. Ancak oğlu Sultan Süleyman hicri 926-977, miladi 1520-1566 yılları arasındaki saltanatı döneminde Kudüs şehrinin gelişmesine çok büyük katkılarda bulunmuştur. Şehrin saldırılara karşı korunması için surlarla kuşatılması, ahalinin su ihtiyacının karşılanması, eski yapıların tamiratı gibi, şehrin geçmişteki ve günümüzdeki kültürel hayatında iz bırakmış büyük eseler meydana getirmiştir. Kanuni Sultan Süleyman’ın ya da Hz. Süleyman’a nispetle Kudüs’teki sıfatıyla İkinci Süleyman’ın şehrin tarihine vurduğu bu mühür bugün hâlâ Kudüs’te hissedilmektedir. Şehrin son 50 yılda uğradığı ağır kimlik değiştirme politikalarına rağmen bu muhteşem sultanın adı şehrin kimliğinden hâlâ kaldırılamamıştır. Bugün bile şehrin en işlek caddelerinde biri Sultan Süleyman’ın ismini taşımaktadır. Bu yazıda biz de Sultan Süleyman’ın altın çağındaki imar faaliyetlerinden bugüne uzanan en meşhurlarını anlatarak şehre verdiği ömrü tanıtmaya çalışacağız.

    Kudüs Surları
    Sultan Selim fetihten sonra, Kubbetü’s-Sahra’da yemek yediği esnada Kudüs ahalisi bedevilerin yağma ve gasplarını Sultan’a şikâyet etti. Bu nedenle Sultan Selim bedevilerin saldırılarından korunmak için şehir surlarının inşa edilmesini emretti, fakat surlar oğlu Kanuni Sultan Süleyman zamanında inşa edildi.

    Şehir surları yaklaşık olarak bir kilometre karelik, şehrin etrafını saran duvarlardır. Önceden sur içinde olan mahallelere ilaveten şehre kale, Benî Hâris ve (Davut peygamberin kabrine nispeten) Yeni Sahyon gibi yerler eklendi.

    Surlarının inşasında Bayram Çavuş şeriye nazırıydı ve Mısır’dan şehir surlarının inşasında çalıştırmak üzere tecrübeli işçiler getirtti. Aynı zamanda Nakkaş Mehmet Çelebi surların inşasında emin olarak görev yaptı. Böylece miladi 1536, hicri 943 yılında maddi kaynaklar sağlanmaya başladı ve miladi 1537, hicri 944 yılına kadar Mısır’dan, Filistin’den ve Şam hazinesinden aktarılan bu yardımlar devam etti. Surların güney, batı, kuzey ve doğu taraflarına, “Mevlana Sultan Süleyman b. Selim -Allah onun devletini ebedî kılsın- bu bina ve mübarek surun inşa edilmesini emretmiştir.” ibaresi nakşedildi. Surlar miladi 1540, hicri 947 tarihinde tamamlandı. Bayram Çavuş surların nazırı iken, Nakkaş Mehmet Çelebi surlar için sarf edilen harcamaları teftiş etti ve surların emini oldu. Surların yüksekliği yaklaşık on üç metreye ulaştı. Ancak uzunluğu kuzey tarafından yaklaşık 1300 metre, doğudan yaklaşık 1 kilometre, batıdan yaklaşık 700 metre, güneyde ise 1080 metredir.

    Surlara kapılar yaptırılmış olup bunlardan Babu’l Amûd kuzey surlarında yer almaktadır. Bu kapının yerinde Roma döneminde bir direk olup, üzerinde diğer şehirler ve Kudüs arasındaki mesafeler yazmaktaydı. Bu kapı Osmanlıların Memlüklüler karşısındaki zaferi nedeniyle Babü’n-Nasr da olarak isimlendirilmiştir. Şam yönüne açılması nedeniyle bu kapıya Babu’l-Dimaşk (Şam Kapısı) da denilmektedir. Şehrin en güzel kapılarındandır. Bazı araştırmacılara göre, miladi 1537, hicri 944 yılında bu kapının inşasına Osmanlı Devleti’nin mimarbaşısının da katıldığı zannedilmektedir. Aslında kapının bu şekilde, en güzel kapılardan biri olmasının sebebi kıble tarafından şehrin girişinde bulunması dolayısıyladır. Şehrin girişindeki bu kapı kıbleye doğru bakan ilk kapıdır ve kıbleye bakan diğer bir kapı Babü’s-Sahire açılmadan önce, yani ikinci kıble girişi olmadan önce yapılmıştır. Ayrıca şehrin idarecileri Kanuni’nin şehri ziyaret edeceğini ummuştu ve bu yüzden şehir girişinde onu karşılamak için bu kapıyı böyle görkemli bir şekilde inşa ettirdikleri de söylenmektedir. Ancak sultanın şehri ziyareti gerçekleşmemesine rağmen bazı ileri gelenler bu beklentiyi mahkeme siciline yeminlerle ve seyahat masraflarını belirterek kaydetmişti. Sultan Süleyman’ın Vad’e (dere yoluna doğru) yönelip Haseki Sultan’a doğru geçtiği, daha sonra Haseki Sultan Tekke yokuşundan mescide doğru gittiği, buradan Mansurî Ribatı’na yönelerek üzerinde sultan isminin yazıldığı mermer tabakanın bulunduğu Babü’l Cennet olarak isimlendirilen kıble kapısından Kubbetü’s-Sahra’ya ilerlediği, bu gerçekleşmemiş güzergâh sicillerde kayıtlıdır. Bu surda inşa edilen ilk kapı Babü’l-Amûd olup, ikincisi miladi 1538, hicri 945 tarihinde doğu tarafında inşa edilen Babü’l-Asbat’tır (Aslanlı Kapı). Bu kapı üzerine “Bu kapı Mevlana Sultan Süleyman b. Selim’in -Allah onun devletini ebedî kılsın- emriyle inşa edildi, (hicri) 945.” ibaresi nakşedildi. Kudüs kalesine bitişik olan Hanü’z-Zahir yıkıldığında bu hanın kapısındaki iki aslan figürü buraya nakledilerek kapının üst taraflarının sağına ve soluna koyuldu.

    Şehrin batısındaki Babü’l-Megâribe’den miladi 1540, hicri 947 yılında Mağrip (Fas) fukarasına Sultan Selahaddin Eyyûbî’nin vakfettiği Megâribe mahallesine giriliyordu. Babü’l-Nebî Dâvûd da aynı tarihte şehrin güneyine inşa edilmiştir ve bu kapı Nebî Davud mahallesine açılmaktaydı.

    Diğer bir kapı olan Babu’l-Halil miladi 1540, hicri 947 yılında inşa edilmişti ve surların batı tarafındaydı ve Hanü’z-Zahir Baybars’a bitişikti. Günümüzdeki şehrin işlek kapılarından Yafa Kapısı olarak düşünülse de şu anki Yafa Kapısı’nın olduğu bölge surun bittiği yerdeki boşluktur ve 1898 yılında Alman İmparatoru Kaiser Wilhelm’in şehre girmesi için açılan bir gedik olduğu zannedilmektedir.

    Yine bu civarda surlara bitişik diğer bir yapı ise Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle bir mescide dönüştürülen Nebî Davud’un kabridir (miladi 1524, hicri 930). Mescidin inşaatı Ahmed ed-Decânî’ye bırakılmıştır. Mescit 1948 yılından itibaren sinagoga çevrilmiştir ve içindeki bütün Arapça kitabeler silinip yerine İbranice yazılar yazılmıştır.

    Bu boşluğun hemen yanında bulunan, Sultan Süleyman zamanında Davud mihrabı olarak adlandırılan kale tamir edilmiştir. Bu kalede bulunan tarihî kitabede şöyle yazmaktadır: “Büyük Sultan Hadimü’l-Haremeyn kalem ve kılıç erbabının efendisi iman ve emniyetin koruyucusu Osman oğlu Sultan Süleyman bu kutsal kalenin tamirini emretti, (hicri) 938.” Aynı zamanda kalenin minaresi Mehmet Paşa döneminde inşa edilmiştir. Ancak şu an kale minaresinin yakınında bulunan kışla Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa döneminde yapılmıştır.

    Babu’l-Cedid (Yeni Kapı) ise Sultan İkinci Abdülhamit döneminde Hristiyanların şehre girmek için yeni bir kapı açılmasını istemeleri üzerine yapılmıştır. 1886 yılında Babu’l-Halil ile Babu’l-Amûd arasında, surların kuzey batı tarafına doğru bu yeni kapı açılmıştır.

    Yine bu dönemde (miladi 1548, hicri 955) Kubbetü’s-Sahra’nın kuzey kapısı (Cennet Kapısı) yenilendi ve tezyin edildi. Daha sonraki vakitlerde, miladi 1563, hicri 970-971 tarihinde Kubbetü’s-Sahra’nın diğer kapıları da yenilendi ve İstanbul’dan getirilen bakırla kaplandı.

    Zikredilmesi gereken bir husus da şudur ki, son dönemde surlara yapılan en kapsamlı onarımlar 2007 yılında İsrail hükûmeti tarafından başlatılıp ve 2011 yılında bitirilmiştir. Bu onarımlar Filistin hükûmeti ve Filistinliler tarafından şehrin Yahudileştirilmesi yolunda bir adım olarak algılanmıştır.

    Haseki (Hürrem) Sultan Külliyesi
    Osmanlı dönemi boyunca Kudüs’teki en önemli hayır müessesesi olarak varlığını devam ettiren Haseki Sultan Külliyesi bugün de varlığını sürdürmektedir. Vakfiyenin içinde mescit, aşevi ve elli beş odalı bir han bulunmaktadır. Bu imaretin Trablus, Şam ve Kudüs’te akarları bulunmaktaydı. Aynı zamanda Filistin ve Şam bölgesinde yirmi üç köy bu imarete vakfedilmiştir. İhtiyaç sahipleri ve fukara için hâlâ faal olan bu imaret günümüzde aynı zamanda İmaret Yokuşu’nda (Ukbetü’t-Takiyye) bulunan Darül-Eytamü’l-İslamiyye’nin bir parçası olan Hacraciyye Medresesi’ni de bünyesinde barındırmaktadır. Külliyedeki aşevi eskiden 5000-10000 kişiye yemek sunuyormuş, bugün ise günlük beş yüz kişiye yemek çıkarmaktadır, fakat Ramazan ayında bu sayı 1000 kişiye çıkmaktadır.

    Sultan Hamamı
    Miladi 1552, hicri 959 tarihinde Hattı Vadi Tavahin’de (Değirmenciler Yolu), Gavanime Mahallesi’ndeki iki hamam bu imarete vakfedilmiştir. Bu iki hamam, daha önce Harem Şeyhi’nin oğlu Şeyh Takiyyuddin’e ait arazideki ev ve bahçenin üzerine yapılmıştır ve miladi 1556, hicri 964 yılında Haseki İmareti’ne vakfedilmiştir. Bu iki hamamın olduğu yerde, on dokuzuncu yüzyılda yapılan Katolik Ermeni Kilisesi hâlâ ayaktadır.

    Kamra Mescidi
    Surun kuzeybatısında yer alan bu mescit, Kudüs Kalesi naibi olan Sinab b. İlyas tarafından yapılmıştır. Onun döneminde birçok mescit yapılmıştır, bunlardan bazıları Beddü’l-Aşere (Bedd zeytin değirmeni demektir) ve Bizar Mescidi’dir.

    Bazılarına göre, Sinan Ağa ve zevcesi de surun inşasında görev yapmıştır, ancak Nebi Davud makamını sura dâhil etmediği için Kanuni Sultan Süleyman tarafından idam edildiği söylenmektedir. Mezarı Babü’l-Halil’dedir ve defnedildiği kabir Sinan Ağa Mescidi’ndeki incir ağacının yanındadır. Bu mescit şu anda El-Huda İlkokulu olarak kullanılmaktadır ve mescidi ise el-Keymarî Mescidi olarak bilinmektedir.

    Kubbetü’s-Silsile Çinileri
    Kubbetü’s-Sahra’dan daha önce bir model olarak inşa edilen bu ufak yapının üzerinde Kanuni’nin yaptırdığı bir çini tezyinatı bulunmaktadır. Davud Mahkemesi olarak adlandırılan bu kubbenin mihrabının üzerinde şu ayet yazmaktadır: “Ey Davud! Muhakkak ki biz seni yeryüzünün halifesi kıldık. Bunun için insanlar arasında hak ile hükmet! Ve hevaya (nefse) tabi olma!” (Sâd suresi, 38:26)

    Babü’n-Nazır’ın karşısındaki Kubbetü’s-Sahra’nın avlusuna açılan yoldaki kemer de Kanuni Sultan Süleyman’ın döneminde (hicri 947 yılında) tamir edilmiştir. Bu kemer Mizan Kemeri olarak adlandırılmıştır.

    Kasım Paşa Sebili
    Miladi 1927, hicri 933 tarihinde Kudüs sancak beyi olan ve İstanbul’daki Kasımpaşa semtine de ismi verilen Kasım Paşa, Eşrefiye Kayıtbay Medresesi ile Kubbetü’s-Sahra arasında yer alan ve kendi ismiyle anılan bu sebili inşa ettirmiştir. Sebilin batı tarafında bulunan kitabede şöyle yazmaktadır: “Bu mübarek sebil Allah Teâlâ’nın rızası için Acem ve Arap’ın emiri olan Kanuni Sultan Süleyman’ın döneminde, Allah’ın fakir kulu Kasım Paşa –Allah onun dileğini kabul etsin– tarafından, Evahırı Şaban ayında (hicri) 933 yılında yaptırılmıştır.”

    Ez-Zaviyetü’l-Hamra
    Bu zaviye Şeyh Ali Halvetî tarafından miladi 1533, hicri 940 tarihinde yaptırılmıştır ve şerefesi kırmızı olduğu için insanlar tarafından kırmızı minareli mescit olarak adlandırılmıştır. Bu zaviye Hacı Bey olarak da isimlendirilen Memlük dönemindeki Osmanî Emir Doğan Bey’in evine bitişiktir. Şeyh Ali Halvetî kendi zaviyesine miladi 1533, hicri 940 tarihinde defnedilmiştir.

    Sebiller
    Kanuni döneminde inşa edilen 6 sebilden 5 tanesi sur içinde, 1 tanesi sur dışında olup üzerilerinde 943 (hicri), 1536 (miladi) tarihi yazmaktadır. Bu sebiller sularını şehrin güney batısında bulunan Sultan Havuzu’ndan (Birketü’l-Sultan) almaktaydılar. Sebillerin üzerindeki kitabede mimar Muhammed Çelebi tarafından vakfedildiği yazmaktadır. Bu sebiller Memlük sebillerinin enkazı üzerine yapılmıştır.

    1- Halil kapısında Birketü’s-Sultan Sebili, hicri 948
    2- Babü’s-Silsile Sebili (Tenkiziyye), hicri 943
    3-Babu’l-Kattanin Sebili (Dercü’l-ayn Sebili), hicri 943
    4-Babu’n-Nazır Sebili, hicri 943
    5-Babu’l-Atm Sebili (Süleyman Sebili), hicri 943
    6-Sittina Meryem Sebili (Babu’l-esbat Sebili), hicri 943

    Bugün bu sebillerin büyük bir çoğunluğu aktif değildir. Şehrin su ihtiyacı bugün farklı yöntemlerle karşılanmaktadır.

    Sonuç olarak burada zikredilen yapılar, Osmanlıların genel olarak şehre katkıları göz önünde alındığında deryada katre misalidir. Yaklaşık olarak son yüzyılda başlayan ve son 50 yılda hızla artan Kudüs’teki kimlik değiştirme politikalarına rağmen Kanuni devriyle güçlü bir şekilde şehre kazınan İslami hüviyet, şehrin geçirdiği doğal dönüşümle beraber bugün hâlâ Osmanlıların imar ettiği eserlerle yaşamaktadır. Makalemizde anlattığımız, adaletiyle meşhur Kanuni Sultan Süleyman’ın şehre kazandırdığı bu eserler tarihin iyilikleri unutmadığının da bir nişanıdır. Tarih sadece iktidar sahiplerini, güçlüleri, hükümdarları değil, adil ve dünyayı imar ederek ömür veren şahsiyetleri de hatırlar ve bunun şahitliğini yapar.
    * Kudüs’te kamuya açık büyük bir kişisel kütüphanenin sahibi olan Fahmi Ansari, Kudüs tarihi, Osmanlı Devleti’nin Kudüs’teki izleri ve siciller üzerine araştırmalarda bulunmuştur.