SHEMS FRİEDLANDER KIŞ HASADI
Abdulkadir Filiz

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Rus Yahudisi göçmen bir ailenin çocuğu olarak 1940’da Amerika’da dünyaya gözlerini açan Shems Friedlander 60’lı ve 70’li yılların maneviyat arayışıyla çeşitli mistik akımlara yönelmiş ve sonradan tasavvuf ile tanışıp Müslüman olmuştur. New York’ta meşhur bir grafik sanatçısı olarak önemli sanat çevrelerinde bulunmuştur. Hidayetinden sonra İslam’a dair çeşitli kitaplar yazmış ve belgeseller yapmıştır, özellikle Hazreti Mevlânâ ve Mesnevî üzerine kitap ve belgesel çalışmaları vardır. Friedlander 90’lı yıllarda Kahire Amerikan Üniversitesi’nde grafik ve sanat dersleri vermiş, oradan emekli olmuştur.

    Son yıllarda İstanbul’da ikamet eden Shems Friedlander’in iki kitabı Türkçe’ye tercüme edilmiştir: Toynak Sesini Duyunca Zebra Gelsin Aklına ve Kış Hasadı. Uzun süredir emek verdiği Hazreti Mevlânâ hakkındaki yeni bir eseri yakında raflarda yerini bulacaktır.

    Sanat ve estetik ile başlayalım, müsaade ederseniz. Bir sanatçı olarak, size göre “İslam sanatı” denen şeyi ne belirlemektedir? İslam sanatının kendine has ilkeleri var mıdır? Bu sanat çeşidini, diğer sanat türlerinden, mesela Batı sanatından ayırt eden bir şey var mıdır? Ya da böyle tasnifler yapmak mümkün müdür?

    İslam’ın tanımı hususunda hemfikir olmanın zor olduğu zamanlardayız. Bu yüzden sadece İslam sanatının anlamını açıklamaya çalışalım. Sanatsal bir bakış açısından, bana göre evvela İslam sanatı sorusunun keşfedilmesi lazımdır. İslam sanatı Müslümanlar tarafından yapılan sanat mıdır? Gayrimüslimler tarafından yapılan, fakat İslami ilkeleri veya tasarımı gözeten sanat mıdır? İslami bir ülkede üretilen bir sanat mıdır?

    Aslında Müslümanlar günlük hayatlarında İslam sanatını tecrübe ederler. Günde beş defa kendilerini namaza çağıran müezzinin güzel sesini duyarlar. Kendilerine Allah’ı hatırlatan hatlarla süslenmiş mimari unsurlar içeren camilere ve yapılara giderler. Yerdeki halılar İslami motiflerle dokunmuştur ve ahenkli renkleri sergiler. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, şiirlerini ve diğer Müslüman şairler eserlerini Kuran’a ve Hz. Peygamber’e dayandırırlar. Hz. Mevlânâ’nın şiirleri erken dönem Arap şairlerinin şiirlerinden farklıdır, çünkü Arap şairleri genellikle bir zenginlik veya makam kazanabilmek için önemli insanları ve kabile liderlerini övmek için şiirler yazmışlardır.

    Fas’ta yapılan seramik sanatı zellic, erken dönemdeki müthiş İslami hüsn-i hat, Hint, Fars ve Türk minyatürleri, erken dönem İslam mimarisi… Bunların hepsi İslam sanatı olarak işaret edilen kategorinin içine girmektedir.

    İslam sanatının güncel durumunu nasıl görüyorsunuz? (Fotoğraf, sinema, grafik tasarımı gibi) modern sanat dalları İslam sanatının izlerini taşıyabilir mi?

    Günümüzün Müslüman sanatçıları, kanaatimce sanatın ne olduğunun tanımıyla boğuşuyorlar. Elbette buna sinemayı dâhil edebiliriz, mesela İranlıların yaptığı müthiş filmleri veya fotoğraf ve grafik tasarımları var. Müslümanlar çeşitli araçları [medium] kullanma imkânlarını keşfederek dinleriyle beraber dünyaya dair istikametlerini ifade ediyorlar. Mesela Dubai’deki The Empty Quarter galerisinde ve başka birçok yerde.

    Resim ve tiyatro, Batılı sanat nedir fikrini kopyalamak yerine İslam’ın kültürel arka planına dayanan sanatsal ifadeye yönelik bir değişimin işaretlerini göstermektedir. Moda dünyası Müslüman tasarımcıların etkisiyle perspektiflerini genişletiyor. Müslümanların bir doğuma ve gelişmeye şahitlik ettiğine inanıyorum. Sanatı, kendilerini ve dünyayı kendi kültürlerini ve derin sanatsal geçmişleriyle ilgili olarak anlamaya bir araç olarak gören Müslümanların ifadelerinin doğumunu ve gelişmesini kastediyorum.

    Bir ressam, fotoğraf sanatçısı, grafik tasarımcısı ve yönetmen olarak siz bu sanatlardan ne anlıyorsunuz?

    Fotoğraf sanatçısı Walter Chappel “kamera görüşü” [camera vision] kavramını “fotoğrafik sürecin icadından öncesine giden insan zihninin hassas bir özelliği” olarak tanımlıyor. Kamera görüşü bizim içsel hakikatlerimizin farkına varmamıza bir köprüdür.

    Mevlânâ Celâleddîn Rûmî günlük hayatın içsel hakikatini bize anlatır; şimşeklerin sesi, çiçekler, kar, bütün tabiat… Hepsi yüzeydekinin arkasında saklı bir anlam taşımaktadır. Sanatçı için, bu durum kişinin kendi içsel varlığı ile sürekli devam eden izlenimlerin dünyasına yönelik bir görme sürecidir ve bir anlık faal bir farkındalıktaki mevcut olmaklığın kamera tarafından kaydedilmesidir veya bir resimdeki birçok şahsi farkındalık anlarının tecrübesidir.

    Hayat anda, şimdide mevcuttur. Geçmişteki veya gelecekteki hayat düşüncesi bir illüzyondur ve hakikatte ne geçmiş ne de gelecek vardır. Geçmiş geçti ve bir daha hiçbir zaman dönmeyecek, gelecek ise bir hakikat değildir… Ne zaman bir gerçekliğe dönüşürse o zaman mevcuttur, şimdidir.

    Biz kinayeye geldik ve onu illüzyona dönüştürüyoruz. Sanat dünyanın çeşitli kültürlerini anlamamıza bir köprüdür. Geleneksel ve çağdaş olanı kendinde meczedebilen bir dil olarak sanat, bunu günümüz dünyasında anlamlı bir tecrübe hâline getirmektedir. Grafiti veya boyayı temsil eden bir surete dönüştürme sanatçı tarafından yönlendirilen simyevi bir süreçtir. Sanatçı rengin veya çizginin dönüşümünü zihnini özgürleştiren bir araç olarak tecrübe eder. Bir saniyedeki 24 görüntü ile kişinin bütün hislerine hücum eden filmin aksine fotoğraf, resim veya çizim kendi donuk, sabit formunda kişinin kendi varlığının dinginliğindeki mevcudiyeti tecrübe etmeye ve ona nazar etmeye imkân sağlar.

    Metaforlar, temsiller ve kısa hikâyeler hakikati anlatmada gerekli şeyler midir? Klasik dönem şairleri ve ariflerin hakikati anlatmada kullandıkları bu yolu siz de eserlerinizde kullanıyorsunuz. Hakikate varmak için bunların aracılığı gerekli midir?

    Bize hakikati bulmaya imkân veren her yol geçerlidir. Eğer sağlam bir zemin varsa köprünün üzerine bir ev yapmak ahmaklıktır. Hakikat Kur’an’dır. Gerçek şairler, yazarlar ve sanatçılar kendi şahsi hakikat arayışlarını sanat aracılığıyla ifade ederler, çünkü sanat evrensel bir dildir ve sanatla bunu diğer arayanlarla paylaşırlar.

    Felsefe ve sanat birbirinden tamamıyla ayrı alanlar değiller, fakat hakikate kendilerince bir yolları var. Bazen iç içe geçerler ve birbirlerini beslerler. Sizin kendi tecrübenize göre bunlar ayrı alanlar mıdır? Felsefedeki hakikati anlatmakla sanatta bunu göstermek birbirlerinden farklı şeyler midir?

    Biri kelimelerin dilidir, diğeri ise sessizliğin dilidir. Bazılarının alışık olduklarından dolayı kelimelere ihtiyacı vardır. Sessizliğin dili ve tecrübesi daha güçlüdür.

    Kış Hasadı isimli eserinizde, hayatınızı parçalı, fragmantal bir şekilde anlattıktan sonra, en sonda dünyanın güncel durumuna geliyorsunuz. İçinde bulunduğumuz zaman sizin büyüdüğünüz, hayatınızı geçirdiğiniz zamanlardan farklı gibi görünüyor. Günümüzde mümkün olmayan bir dünyayı tecrübe eden birisi olarak dünyanın mevcut durumuna dair neler söylemek istersiniz?
    Önemli olan ışığı barındıran tesisat değil, ışığın kendisidir. Bugün modern dediğimiz şey 50 yıl önce modern değildi ve 50 yıl önce modern olan şey bugün modern değildir. Işık değişmez, çünkü tesisat değişir. Hakikat değişmez, zamansızdır.

    Amsterdam’da Mevlânâ üzerine yakın zamanlarda bir konuşma yaptım. Sorular ve cevaplar kısmında, birisi zamanın değiştiğini ve kendisinin de içinde bulunduğu bu kuşağın dini takdir etmediğini söyledi. Onun kuşağına göre, Tanrı internetmiş. Onun benimle hemfikir olmamasıyla hiçbir sorunum yoktu ve ben de ona dedim ki, ben Allah’a ibadet etmeye devam edeceğim ve onu da Apple’a ibadet etmesiyle baş başa bırakacağım.

    Günümüzü belirleyen temel unsurlardan birisi belki de seküler dünya görüşü (siyasi tarafını kastetmiyorum). Bir hakikat arayıcısı kendi dünya görüşüyle böyle bir sistemde nasıl barışçıl bir şekilde yaşayabilir? Yoksa bu beyhude bir çaba mıdır? İki dünya görüşünün mutabakatından bahsedilebilir mi?

    Dünyada iyi olan her şeyin Allah’tan bir ihsan, bir hediye olduğuna ve kötü dediğimiz her şeyin ise bu hediyenin suiistimali olduğuna inanıyorum. Kişi kendi hayatında bir denge bulmak zorundadır.

    Avrupa’da yaşayan Müslümanları düşünürsek, Müslümanların azınlık olduğu bir yerde nasıl Müslüman olunabilir?

    İslam’ın beş şartı her yerde yerine getirilebilir.

    Avrupa’da (ve Amerika’da) Müslümanlar sık sık kendilerinin ne olmadığını açıklamakla meşguller –fundamentalist, terörist, kadınlara karşı ayrımcı değiliz demek gibi… Diğer taraftan da, bu ithamları doğrulayacak çokça örnek karşılarına çıkıyor. Bunlara itibar edilmeli mi? Sanat ve edebiyat bu tür durumları aşmakta bize yardımcı olabilir mi?

    Maalesef insanlar Mevlânâ’nın peygamberî gelenekten temellenmiş dünyasından etkilenmiyorlar, fakat entelektüel amatörlerin, dik kafalı blokçuların, İslam’ı anlamayan gazeteci ve siyasetçilerin selinde kendilerini boğulmuş buluyorlar. Bunlar İslam’a karşı bir alerji yaratmaya çalışıyorlar. Derman Mevlânâ Celâleddîn Rûmî’de bulunabilir.
    Hayatınızı cömertçe anlattığınız Kış Hasadı isimli eserinizde, “Hayat ben varsam gerçek.” (s. 192) diye çok güçlü bir ifade var. Ne demek istediniz? Kişi yaşadığını, gerçek bir hayatı yaşadığını nasıl fark eder?

    Bahsettiğiniz yeri kitabımda bulamadım. G.I. Gurdjieff’in Hayat Sadece Ben Varsam Gerçek (Life is Real Only When I am) isimli bir kitabı var. Sorunuza cevabın kişinin kendini fark etmesinde ve kişinin zamanını nasıl geçirdiğinde yattığını hissediyorum. Dünyanın çökerttiği bir insan da olabilirsiniz, veyahut da ölmeden önce ölerek bu dünyadaki kalışınızda size tahsis edilmiş şahsi vakitte yaptıklarınızla ne yapmak zorunda olduğunu düşünen bir insan… Gönlünüz size doğru şeyi yapıp yapmadığını söyleyecektir.

    Son olarak Kış Hasadı’ndaki biyografiniz, kronolojik bir düzen taşımayan parçalardan oluşuyor, fakat parçaların bütünü kendi melodisiyle ritmik bir düzen taşıyor. Tüm bu parçalar birleşiyor ve sizi anlatıyor. Hayatınız sizin de eskiden beraber işler yaptığınız Leonard Cohen’in bir şarkı sözünü anımsatıyor: “Her şeyde bir çatlak var, böylece ışık giriyor.” [There is a crack in everything that’s how the light gets in.] Hayatınızın çatlakları nelerdir ve bir hayatın ışığı nedir?

    Bu hayatın ışığı Zikrullah’tır.