Müslüman çocukların ölüm tasavvurları
Christina Aischa Ebner*

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Müslümanların en temel inançlarından biri de ölümden sonraki yaşam, diriliş ve kıyamet inançlarıdır. İslam’da ölüm, kaçınılmaz bir olgu olarak bu hayatın sonu ve dolayısıyla tüm insanlar için geçerlidir.

    “Her canlı (bir gün) ölümü tadacaktır.”
    (Âl-i İmrân suresi, 3: 185)

    Ölümün zamanı, yeri ve sebebi Allah tarafından önceden takdir edilmiştir:
    “Yaşatan ve öldüren O’dur.” (Mü’min suresi, 40:68)

    Ölüm ebedî hayatın da başlangıcıdır ve böylece hayat sınavının sonu ve ahiretteki, ebedi hayat için önemli bir dönüm noktasıdır.

    “Her canlı (bir gün) ölümü tadacaktır. Bir imtihan olarak sizi şerle de hayırla da deneriz. Ve ancak bize döndürüleceksiniz.“ (Enbiyâ suresi, 21:35)

    Ölüm geri dönüşü olmayan bir olgudur, dolayısıyla nihaidir ve tüm vücut fonksiyonları durur ve insan yaşamaya başka bir formda devam eder. Çocukların ve gençlerin ecel ve ölüm düşüncesi algılaması onların soyut kavramlar konusundaki bilişsel yeteneklerine bağlıdır; dolayısıyla farklılıklar gösterir ve oldukça yaratıcı olabilirler. Onlar için ölüm ve ölmek anlaşılması gereken ve yaşam olgusuna uymayan bir şeydir. Çocuklar ölüm, ölmek ve üzüntüyü yaşlarına bağlı olarak kendi şahsi entelektüel özümseme olanakları dâhilinde anlar ve yorumlarlar. Üç yaşından küçük olan çocuklar ölüm ve ölmek kavramlarını henüz tahayyül edemezler ve kayıpları annenin odadan kısaca ayrılması veya açlık sinyallerine hemen cevap verilmemesi şeklinde yaşarlar. Ayrılık ve kayıp acısı bu erken yaş döneminde genellikle benzerlik gösterir.

    Aslında çocuklar Allah’ı ve hakikati idrak etme becerisi ile doğarlar (fıtrat) ancak İslami-teolojik (bilimsel) bilgi birikimi anlamında “bilgiden” yoksundurlar. Burada, onlarca yıl boyunca benimsenen, okunan ve hatta ezberlenen bir metinler ve doktrinler bütününün anlaşılması ve birbirleri ile sentezlenmesi sonucunda ortaya çıkan bir bilgi birikiminden söz ediyoruz. Bu, Etnolog Michael Gilsenan’ın da İslamî öğreti için ifade ettiği üzere “metinler ve eğitimlerle” karakterize edilmiş bir bilgidir.
    Çocuklar özellikle yetişkinleri titizlikle gözlemleyerek ve taklit ederek öğrenirler ve inceleyerek, iyice izleyerek, sorgulayarak ve görüşlerini tekrar tekrar gerçek üzerinden denetleyerek, bunları kabul edilebilir bir hâl alana, bir “anlam” ifade edene kadar değiştirirler, böylece zamanla bağlamları, doğanın ve insan yaşamının döngüsünü idrak ederler. Onlar ancak çocukluk ve gençlik çağının ilerleyen dönemlerinde daha da karmaşıklaşan bir dünya görüşü geliştirirler. Bu kötü bir dünya görüşünü iyi bir dünya görüşüne veya yanlış bir görüşün doğru bir görüşe dönüştüğü evrimsel bir gelişim olarak algılanmamalıdır. Çocuklar, duruma ve gelişim psikolojisine bağlı ve dolayısıyla yetişkinlerinkinden farklı ve aynı zamanda tıpkı onlar gibi “doğru” bir dünya görüşüne sahiptir. Çünkü bu görüş ideal durumda kendileri için kabul edilebilir ve mantıklıdır. Örneğin “zaman” kavramı çocuklar için oldukça göreceli ve çok zor anlaşılabilir bir kavramdır. Örneğin, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in çok uzun zaman önce vefat ettiğini duydukları hâlde ve çocuklarının da hâlen hayatta olmasının mümkün olmayacağı gerçeğine rağmen Hz. Peygamber’in çocuklarının da aynı şehirde kreşe gidip gitmediği sorusu sıklıkla sorulmaktadır. Yüzyılların ne kadar uzun olduğu çocuklar için tahmin edilebilir bir şey değildir. Beş dakika veya beş saat oyun oynarken ve çocukluk realitesinde bazen aynı hızda geçer ve tıpkı bunun gibi fanilik ve ebediyet de çocukların zamanla öğrenmesi gereken kavramlardır. Çocuklar Allah’ın ebedî olduğunu ve yaşlanmadığını sözlü olarak gayet iyi ifade edebilmelerine rağmen genellikle Allah’ın doğum günü olduğunu düşünürler. Çocuklar ve gençler karşı karşıya kaldıkları durumlara, ölüm hakkında ne gibi tablolarla, açıklamalarla ve sözcüklerle konuşulduğuna, yetişkinlerin ve diğer çocukların sunduğu izahatlara, mevcut olan dinî ve kültürel çerçeve koşullarına veya daha önce herhangi bir yakınlarını kaybedip kaybetmemelerine bağlı olarak ölüm hakkındaki düşüncelerini esnek ve yaratıcı bir şekilde değiştirirler.

    Kreş çağındaki çocuklar için ölüm geçici bir durumdur ve tersine çevirilebilir, ne de olsa televizyondaki süper kahramanlar da duruma göre tekrar tekrar canlanmaktadır. Ayrıca çocuklar “ölümü” kendileri ile ilişkilendirmezler, çünkü “kötü” veya yaşlı oldukları için sadece başkaları ölür. Bu dönemde sebep-sonuç ilişkisi hâkimdir, yani çocuklar eylemlerinin sonuçları etkilediğini varsayarlar. Mesela çocuklar sevgili teyzelerinin, onu hastanede düzenli olarak ziyaret etmedikleri için öldüğü düşüncesine kapılabilirler. Kendilerini sorumlu tutarlar ve sözle ifade edemedikleri bir suçluluk duygusuna kapılırlar. En kötü ihtimalde bu duygu patolojik bir hâl alabilir ve çocuğun ciddi bir kriz yaşamasına sebep olabilir. Okul öncesi çağdaki çocuklar ve okula yeni başlayan küçük çocuklar hayvanların öldükten sonra tekrar canlanmayacağını anlar ancak bunu henüz kendileri ile bağdaştıramazlar. Yolda ölü bir solucan gördüğümüzde kızım beş yaşındaydı. Solucanın bedeni bir araba tarafından ezilmiş gibi görünüyordu ve hayvanın iç organları ezilmiş bir şekilde küçük solucanın etrafına dağılmıştı. Kızım solucanın üzerine eğildi, kaşlarını çattı, başını sağa sola salladı ve çocuksu bir ciddiyetle: “Anne, ölüm böyle mi görünüyor?” diye sordu. Ve birkaç hafta sonra küçük erkek kardeşine ölü hayvanların sonsuza kadar ezilmiş kaldıklarını ama ölen insanların ezilmediğini, çünkü onların geri geldiğini açıklıyordu. O böyle olmasını diliyordu ve dileği de gerçekleşecekti. Kızımın bu düşüncesi, bu yaş grubu için tipik olan “sihirli bir dünya görüşüne” tamamen uygundu. Bu görüş çocukların çaresizliğe karşı koymalarına ve üzücü deneyimlerle başa çıkabilmelerine yardımcı olur. Tamamen “burada ve şu anda” yaşayan ve geleceği anlamaya çalışan çok küçük çocuklar bile özellikle yakın çevrelerinde üzücü ve yaşamın sona ermesine ilişkin deneyimler yaşarlar. Onlar doğadaki değişiklikleri fark ederler ve bitki ve çiçeklerin yaza doğru büyüyüp açtığına ve daha sonra baharda yeniden filizlenmek üzere kışın öldüklerine veya solduklarına şahit olurlar. Çocuklar hayvanların doğduğunu ve öldüğünü görürler. Ayrıca önemli bir yakınının, yakın bir akrabasının, arkadaşının veya komşusunun ölümünü deneyimleyen çocuk sayısı da az değildir. Çocuklar bazen yaşlı kişilere ne zaman öleceklerini sorma gereksinimi duyarlar.

    Bu yaştaki çocukların birçoğu ölüm ve ölmek kavramlarının ve özellikle ölümden sonraki yaşamın İslami anlamını öğrenmiştir ve dünya görüşlerini yaşadıkları realiteye uygun hâle getirmeye çalışır.

    Çocuklar ilkokul çağında yaşam ve ölüm arasındaki farkı anlamıştır ve zihinlerinde yaşamın anlamına ilişkin sayısız soru belirir, özellikle ahiret ve kıyamet gününe ilişkin kendisine aktarılan süreçler büyük önem taşır. Gün içinde sordukları yüzlerce “neden” sorusu çocukların dünya ilişkilerini anlamalarını kolaylaştırır. İçlerindeki doğal merak duygusu çocukların aniden büyük bir heyecanla cehennemin veya şeytanın nasıl göründüğünü ya da neden hırsızlar ve katiller gibi “kötü” insanların var olduğunu sormalarına sebep olur. Allah’ın merhametli ve her şeye kadir olduğu gerçeği göz önüne alındığında dünyadaki acının açıklanmasına ilişkin teodise sorunu bu yaş grubunda bile tartışılmaktadır. Çocuklar kulaktan dolma bilgileri, eksik bilgilerle birleştirir ve yetişkinlere sıklıkla açıklaması zor sorular yöneltir, ama bunlar biz yetişkinler için de heyecanlandırıcı ilham kaynağı olabilir. Aşağıda yer alan, ölüm, acı ve teodise (kötülük problemi) hakkında çocukların sorduğu temsili sorular 2015 yılında Baden Württemberg’deki okullarda gerçekleştirdiğim bir anketten alınmıştır. İlkokul 3. ve 4. sınıf öğrencilerine, kendilerinden “sorularını Allah’a yöneltmelerinin” rica edildiği bir form doldurmalarını istedim. 8 ila 10 yaşları arasındaki Müslüman çocukların tamamen “normal” ve yaşlarına uygun sorularından bazıları şöyledir:

    – Neden insanlar yaşlanınca ölmek zorunda?
    – Neden hastalanıyoruz?
    – Neden engelli insanlar var?
    – İnsanlar neden ölüyor?
    – Ölmüş olan dedem nasıl?
    – Annemin karnında ölen kız kardeşimin adı ne?
    – Ölen erkek kardeşimi bir daha görebilecek miyim?
    – Ne zaman öleceğim?
    – Bütün insanlar ölünce ne olacak?
    – Neden önceden yaşamış bazı hayvanların nesli tükendi?
    – Ölümden sonra yaşam var mı?
    – Öldükten sonra neden yaşıyoruz?
    – İnsan öldükten sonra Allah’ı görecek mi?
    – İnsan öldükten sonra korku duyar mı?
    – İnsan öldükten sonra ailesini hatırlar mı?
    – Öldükten sonra nasıl görüneceğiz?
    – Öldüğümde cennete gidersem, cehenneme giden insanlara ne olacak?
    – Allah ölebilir mi?
    – Neden şeytan var?
    – Tüm insanlar iyi olarak doğduğuna göre, aslında şeytan da iyi midir?
    – Allah onların hırsız olduğunu önceden bildiği hâlde neden hırsızları yarattı?
    – Neden bazı insanlar fakir ve onların hiçbir şeyleri yok?
    – Neden savaş var?
    Bu liste daha da genişletilebilir, ama bu sorulardan da kolaylıkla anlaşıldığı üzere, çocuklar ölüm, ölmek ve acı konularını neredeyse bilimsel bir şekilde sorgulamaktadır. Bu anlamda somut süreçte tüm bunların “anlamı” ve Allah’ın rolü ön planda yer almaktadır.

    Sorular aynı zamanda çocukların, bir kardeşin veya yakın bir akrabanın ölümü ve onun için duyulan endişe gibi üzücü deneyimlerini de yansıtmaktadır. Bununla birlikte çocukların kendi çevrelerine ilişkin algılarının geliştiği de görülmektedir. Akrabalar, arkadaşlar, “insanlık” için korku ve endişe duyulduğu ve yetişkinlerin bile ancak çok köklü bir inanç ile kabul edilebilir bir cevap bulabildikleri ahiret hayatına ilişkin önemli soruların var olduğu görülmektedir. Protestan din eğitimcisi Elisabeth Naurath 2009 yılında Bavyera’daki bir ilkokulun Müslüman olan üçüncü sınıf öğrencileri ile ölüm üzerine düşünmüş ve çocukların kıyamet günü ve ahiret hayatı hakkında çok somut, Kur’an ve geleneklerle sabit düşüncelere sahip olduğunu tespit etmiştir. Örneğin Ahmet adında bir erkek öğrenci kıyamet gününü şu şekilde açıklamıştır: “Allah istediğinde gezegenler ve dünya ölür. O zaman bir melek sura üfler. O zaman tüm insanlar ölürler.” Ya da Esra bildiklerini ebedî hayatla kesin bir bağlantı kurarak açıklar: “Biz herkes öldüğünde Allah’ın yepyeni bir dünya yaratacağına inanıyoruz. Ve hepimiz tekrar yaşayacağız.” Ve Ahmet şöyle tamamlar: “Artık orada aylar, yıllar olmayacak. Orada gece de olmayacak. Annem orada saatin de olmayacağını söyledi.” Enes muzipçe ekler: “O zaman okul da olmayacak!”
    Gençlerin ecel ve ölüm görüşü yetişkinlerin dünyasındakine benzer ve onlar ölümü yaratıcı olan Allah’ın belirlediği şekilde, her şeyden önce tıbbi sebeplerle gerçekleşen yaşamın doğal sonu olarak algılarlar. İlkokul çocukları ölüm korkusunu hafifletmelerine yardımcı olabilecek çok geniş bir hayal gücüne sahipken, gençler sonun kaçınılmaz olduğunu anlar ve tabiri caizse acımasız gerçeği daha katlanılabilir bir hâle getirmek için makul açıklamalar ararlar. İlkokul çocukları konuyu biraz yumuşatmak için oyun esnasında birbirlerini öldürür bu konuda şakalaşır ve korkunç hikâyeler uydururken, gençler için ölüm, kendilerine hâlen uzak olmakla beraber, zaten organizmanın gelişim içinde bulunduğu bir süreçte, kendilerine uygun açıklamalar yapılmadığında ölüm ve acı çekme konusuyla başa çıkamayacakları kadar yakın bir konudur. Bu aşamada artık birincil rehber ebeveynler değildir, gençler bilgilerini medya, okul ve geniş cami cemaati gibi çevrelerden edinirler. Ve gençleri ölümün gerçekliği konusunda hissizleştiren, her şeyden önce çok sık medya kullanımıdır. Bilgisayar oyunlarında, gerçek zamanda ve topluluk içinde mümkün olan her şekilde ölüm gerçekleşmekte ve bu ölüm hiçbir anlam ifade etmemektedir. Bu durum ölüm ve ölmek kavramlarının bireysel bir şekilde sorgulanmasını teşvik etmemekte ve genellikle gerçek insanların ölümü de sadece çok uzaktan anlaşılmakta ve/veya algılanmaktadır.

    İtalyan doktor ve gelişim pedagogu Maria Montessori’nin de çok doğru bir şekilde ifade ettiği gibi, çocuklara “boş kaplar” gibi muamele etmek ve onları doldurmaya çalışmak bir işe yaramaz. Bazı Müslüman ailelerde gözlemlendiği üzere, çocukların açıklaması zor konularda soru sormalarına veya bu konuları tartışmalarına, bazı konuların sorgulanmayacağı gerekçesi ile mâni olmak daha da yanlış bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım çocukların sessiz ve belirsiz görüşler oluşturmasını teşvik eder ve buna bağlı olarak yetişkinlik çağına kadar uzanması mümkün olan korku ve çaresizlik duygularının pekişmesine sebep olabilir. Bu özellikle, yetişkinlerin de kendi bireysel kararlarını vermelerini gerektiren ve yetişkinlerin bile açıklamakta zorluk çektiği, soyut ve karmaşık konular için geçerlidir. Biz yetişkinler her zaman ve her durumda ölümün ne olduğunu ve getirdiklerini biliyor muyuz? Sevdiğimiz şu veya bu kişinin neden aramızdan bu kadar erken ayrıldığını her zaman anlayabiliyor muyuz?

    * Freiburg Pedagoji Üniversitesi öğretim üyesi