Hasan Hanefi ile Oksidentalizm Üzerine

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • 1935 yılında, Kahire’de dünyaya gelen Prof. Dr. Hasan Hanefi, Kahire Üniversitesi felsefe bölümünden mezun olduktan sonra doktorasını (Paris) Sorbonne Üniversitesi’nde yapar. 1981 yılında döndüğü Kahire Üniversitesi’nde, 1988-1994 yılları arasında felsefe bölüm başkanı olarak görev yapan Hanefi hâlen aynı üniversitede öğretim görevlisi olarak akademik çalışmalarını sürdürmektedir. Günümüz İslam dünyasının en önemli düşünürlerinden biri olarak gösterilen Hanefi’nin ismi ‘‘İslam Solu’’ kavramı ile adeta özdeşleşmiştir. Oksidentalizm’e Giriş (Mukaddime fî İlmi’l-İstiğrâb) isimli, henüz sadece Arapçası bulunan bir esere de imza atmış olan Hanefi ile Oksidentalizm üzerine kısa bir söyleşi gerçekleşirdik.

    Oryantalizm’in gündelik hayat söyleminden edebi ve bilimsel söyleme, oradan da büyük bir düşünce geleneğine evrildiği ifade edilir. Oksidentalizm şu anda daha çok gündelik hayat söylemi aşamasında görünüyor. O da bir düşünce geleneğine dönüşecek midir, bir düşünce üslûbu olacak mıdır?

    Oksidentalizm’in bir düşünce geleneği hâline gelebilmesi için her şeyden önce köklü bir tarihî sürece, bir geçmişe sahip olması gerekiyor. Oryantalizm, Avrupalı araştırmacıların çalışmalarının ve çabalarının bir ifadesi, bir dışa vurumuydu. Bu araştırmacılar çeşitli saiklerle kendi sınırlarının dışına çıkmışlar, Afrika, Asya ve Latin Amerika’da çalışmalar yapmışlardı. Bu da tarihî bir hareketti.

    Oksidentalizm’in bir düşünce geleneğine dönüşmesi için Asya’nın, Afrika’nın ve Latin Amerika’nın Avrupa’yı araştırma konusu yapması gerekmektedir. Bunun için gerekli olan unsurlar ise; bağımsızlık, ekonomik ve politik destek ve bilimsel çabadır. Bütün bunlar ise evvel emirde bir tür farkındalık anlamına gelir. (Çeşitli) kültürlerin tarihî olarak birbirlerinden farklı olduklarına dair bir farkındalık.

    Bir bilimsel çabanın bağımsız olması ise, o bilimsel çabayı ortaya koyan kültürün özne olması, araştırma konusu olan diğer kültürün ise nesne olması anlamına gelir. Ve özne araştırma nesnesini analiz etmelidir. Bu bir mübâdelede (exchange) bulunmak anlamına gelir. Şimdiye kadar –Oryantalizm’i kastediyorum- araştırma nesnesi olan hep (Avrupa dışındaki) diğer toplumlardı. Şu anda yapılması gereken ise Batı’nın araştırma nesnesi hâline getirilmesidir. Bunun olması ise, belki de birkaç nesillik bir süreç gerektirmektedir.

    Batı’nın yaptığı Doğu tanımını büyük ölçüde biz de kanıksadık. Ve Batılı kavram ve kategorilerle bakıyor, ona göre bölüyor ve anlamaya çalışıyoruz hem kendimizi, hem de dünyanın geri kalanını. Dolayısıyla, dünyayı Doğu-Batı diye bölerek, anlamaya çalışmakla biz de son birkaç asırdır yapılan hatayı tekrar etmiş olmuyor muyuz ve Oksidentalizm de Oryantalizm’in bir alt başlığı olmuş olmuyor mu?

    Belki de… Belki bizler de aynı hataları tekrarlıyoruzdur, ancak bu hatalar ya da bu (araştırma) modelleri Avrupalılar tarafından iki-üç yüzyıl boyunca tekrar edildi. Ve bu anormal bir tarihî hareket ortaya çıkardı. Oksidentalizm, işte bu anormalliğe bir tepkidir.

    Oksidentalizm’in bir tepki olduğunu kabul ediyorsunuz yani…

    Evet, Oksidentalizm bir tepkidir. Ve bir tepkinin (normalleşmek için) zamana, tarihî bir geçmişe sahip olmaya ihtiyacı vardır. Ancak ben her şeyin dengeye kavuşacağı bir günün geleceğine inanıyorum, özne ile nesne arasında er ya da geç mutlaka bir denge kurulacaktır. Kötümser olmamak gerektiğine inanıyorum. O yüzden ne sürekli özne, ne de sürekli nesne olunmasının doğru olduğunu düşünüyorum. Doğru olan bazen nesne, bazen de özne olmaktır, bir mübâdelenin olmasıdır ve bunun için de belirli bir zamana ihtiyaç vardır.

    Doğulu/Müslüman ülkelerin kütüphaneleri Batılı düşünürlere ve düşünce ekollerine ait kitaplarla dolu değil mi? Dolayısıyla, Batılı olmayan dünyanın geri kalanı için, Batı en başat çalışma/inceleme alanı değil mi zaten? Bu bağlamda, Oksidentalizm’i farklı kılan nedir?

    Evet, haklısınız. Kütüphanelerimiz Batılılara ait kitaplarla dolu. Nitekim Batı çok hızlı bir biçimde keşiflerde bulunuyor, icatlar yapıyor, hasılı çok hızlı (bilgi) üretiyor. Doğulu toplumlardan çok daha hızlı ve çok daha fazla…

    Bu tarihî bir hakikat ve şu anda bunun için yapabileceğimiz bir şey yok. Şu anda yapabileceğimiz tek şey, daha bilinçli olmak ve çağımıza dair farkındalık sahibi olmaktır. Sürekli bilgi transferi yapamayız/yapmamalıyız, sürekli Batılı ürünleri Doğu’ya tercüme edemeyiz/etmemeliyiz. Bilakis yapılan tercümelerle birlikte üretimde de bulunmalıyız. Çünkü tercümenin sonu asla gelmez. Bununla baş edemezsiniz. Çünkü Batı çok hızlı üretmekte… Yapmamız gereken; enerjimizi tercüme ve kendi üretimimiz arasında bölmek olmalıdır.

    İletişim teknolojilerinin bu kadar geliştiği. ‘‘Doğulu’’ların Batı’ya, ‘‘Batılı’’ların Doğu’ya bu kadar sık ve kolay seyahat edebildiği, internetin, öğrenci değişimlerinin bu kadar yaygın olduğu bir çağda, nasıl oluyor da hâlâ gerçeğe bu kadar uzak, bu denli çarpık ve hayali Doğu-Batı tasavvurları muhafaza edilebiliyor? Neredeyse bir asır önce, artık son şeklini almış Doğu-Batı ‘‘fantazi’’lerinin artık aşılması için kime, ne gibi görevler düşüyor?

    Sahip olunan tasavvurların değiştirimesi için de uzun zaman geçmesi gerekir. Çünkü bu her şeyden önce eğitime dayalı bir olgudur. Batılıların (ya da Doğuluların) erken yaşlarda okullarda aldıkları, önceki nesillerden miras kalan, daha önceki dönemlere ait anlayışların hâkim olduğu eğitim, medyanın bu tasavvura katkısı , üniversitelerin yaklaşımı vs… Bütün bu unsurlar bahsettiğiniz hayali Doğu-Batı tasavvurlarının muhafazasını kuvvetlendiriyor. Alternatif tasavvurların oluşmasını ise engelliyor.

    Bununla birlikte, ‘‘üçüncü dünya’’ ülkelerinin de sahip oldukları tasavvurları değiştirmek için çaba sarfetmesi gerekiyor. Ve kendilerine dair yeni bir tasavvur üretmeleri/geliştirmeleri gerekiyor. Ancak bu şekilde kendimize ve ‘‘öteki’’ne dair tasavvurlarımız gerçeğe daha yakın, daha uygun olabilir.

    Avrupa’nın/Batı’nın çökmekte olduğu çok uzun süredir tekrar edilip durulan bir yargıdır. Siz de aynı şeyi söylüyorsunuz… Bu yargıya nasıl varıyorsunuz? Ve neden bir türlü çökmüyor, çökmekte olan bu Batı? Tam tersine, çökmek yerine, her geçen gün etki alanını daha da genişletiyor değil mi?

    Çökmek biraz sert bir yargı… Ancak Batılı entelektüel bilinçte belirli bir krizin olduğu açık. Her şey, sürekli suretle değişiyor. Değişim sabitelerden (stability) çok daha hızlı. Peki hakikat nedir? Hakikat rasyonel bir şey midir? Materyal bir şey midir? Aklın ve maddenin bir kombinasyonu mudur? Her şeyin sürekli surette değişmesi, hakikat arayışında büyük bir sorun oluşturuyor. Çünkü siz hakikat arayışı içindesiniz.

    Eğer bu devam ederse, söylemek istediğim; bu şüphecilik, bu görelilik, bu kötümserlik ve (kesin) bilginin arzu edilmesine dair bu boşluk sürerse…

    Bu Batı’yı çöküşe mi sürükler?

    Ben çöküş demek istemiyorum, söylemek istediğim daha çok bir krizin olduğu. Spengler Batı’nın Çöküşü adlı eserinde bunu söylüyor. Nietzsche hakeza… Husserl fenemolojisinde bir krizden bahsediyor vs…

    Çöküş ise… Eğer bir ekonomiste bu soruyu sorarsanız size bununla ilgili, alanına dair bir açıklama yapacaktır, özellikle de ekonomik bir çöküş yaşanan şu son günlerde. Her bilimsel disiplin yaşanan krizleri kendi terminolojisine, kategorilerine göre anlar/kavrar.

    Ben çöküş demiyorum, çünkü bu çok sert bir yargı olurdu. Mevcut durum izah için kriz kelimesini kullanmak bence daha yerinde olur.

    Üçüncü Dünya ülkelerinin Oryantalizm’in güç ilişkisini Oksidentalizm’e bağlayarak tersyüz etmesi gerektiğini söylüyorsunuz ve ekliyorsunuz: Oksidentalizm şimdiye kadar araştırmaları yapan Oryantalistleri mikroskop altına koyan ve önceden çalışma konusu olan Üçüncü Dünya’yı ise araştırmacı konumuna yerleştiren yeni bir bilimdir. Sorum: Oksidentalistler Oryantalizm’in yaptığını tersten yapacaklarsa eleştirdiğimiz Batı, daha doğrusu Oryantalistler ile ne farkımız kalacak?

    Evet. Öncelikle şunu ifade etmeliyim ki; bilimsel araştırma yapmak için her şeyden önce nötr/tarafsız olmak gerekir; şayet karşınızdaki bir obje hakkında araştırma yapıyorsanız, onu analiz ediyor ve onun hakkında bir yargıda bulunuyorsanız, tarafsız bir bilince sahip olmak zorundasınız, taraflı değil. Kendi dışındaki medeniyetleri ilkel, vahşi vs. şeklinde tanımlayan, tasvir eden bir disiplin nasıl tarafsız olduğundan bahsedebilir? Kendini merkeze alarak, Doğu-Batı şeklinde tasniflerde bulunup, taraflı yargılarda bulunmak büyük bir hatadır.

    İkinci olarak; az önce ifade ettiğim gibi, disiplininiz tarafsız olmak zorundadır ve bununla birlikte tek amacı bilgi edinmek olmalıdır, başka bir kaygı gütmemelidir. Karşı tarafı deforme ederek, ‘‘öteki’ni karikatürize ederek doğru ve tarafsız bilgiye ulaşamazsınız. Şayet karşı tarafı kendi bütünlüğü içinde görmeye, tarafsız bir şekilde anlamaya çalışırsanız ve bunun yanı sıra onu severseniz –ki Hristiyan öğretinin en temel unsurlarındandır; komşunu sevmelisin vs.- bu, çalışma alanınızda size çok yardımcı olacaktır.

    Oksidentalizm’in Oryantalizm’in yaptığının tersini yapması gerektiğini söylerken ve kendisini özne konumuna getirip Batı’yı araştırma nesnesi yapması gerektiğini ifade ederken, söylemek istediğim bu tarafsızlık çerçevesi içinde anlaşılmalıdır. Ve Oksidentalizm’in bu yaklaşımı emin olun Oryantalizm’e de yardımcı olacaktır.

    Batı’ya ve Doğu’ya çeşitli nitelikler ve roller verip onları karşı karşıya kurgulamak yerine, birbiriyle iletişimde olan, birbirlerini etkileyen ve tamamlayan medeniyetler olarak kurgulamak bu sürtüşmenin yol açtığı enerji kaybını önlemez mi?

    Ben, Oksidentalizm’in Oryantalizm’den bütünüyle bağımsız bir disiplin olacağı bir günün geleceğine mutlak suretle inanıyorum. Ve şunu da söylemeliyim ki, bugün Oryantalizm de bir değişim içindedir. Artık Oryantalizm olduğu dahi söylenemez. Bu isimde bir disiplin artık ortadan kalkmaktadır. Bunun yerine beşeri ve sosyal bilimlerde Asya Araştırmaları, Afrika Araştırmaları gibi disiplinler oluşmuş bulunmaktadır.

    Bir gün Oksidentalizm de sosyal bilimlerden biri olacaktır, hatta Avrupa’nın kendi içinde. Batı’nın kendisini bir Doğulu, bir Afrikalı, bir Asyalı gözüyle, mümkün olduğunca tarafsız bir şekilde, bir araştırma nesnesi yapması suretiyle. Bu Batı’nın kendisi içinde faydalı bir çalışma olacaktır. Onun başkasının gözünde nasıl göründüğünü, başkasının bilincinde nasıl bir yer kapladığını görmek Batı’nın kendisi için de çok yararlı olacaktır. Batı bir gün, Hint araştırmaları –Hinduloji- ya da İslam araştırmaları –İslamoloji- gibi disiplinler kurduğu gibi, kendisinin araştırma nesnesi yapıldığı bir disiplin kurarsa…

    O gün daha sağlıklı bir iletişim ve birliktelik olacaktır, diyorsunuz.

    Evet, o zaman daha sağlıklı bir etkileşim kurabiliriz ve daha sağlıklı bilgi edinebiliriz ve ancak o zaman gerçek anlamda bir barış tesis edilmiş olur. Zira bugüne kadar kurulan ilişkide, özne ile nesne arasındaki ilişki eşit değildi. Bilgi değişiminde bir eşitlik, bir denge kurulursa, bunun için çaba sarfedilirse her şeyin şimdiye kadar olduğundan daha iyi olacağına kuşku yoktur.

    Peki, vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.

    Ben teşekkür ederim.