Tan Işığında Yürüyenler Romantikler

Feridun Zaimoğlu

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Romantizm yapışkanlıktır. Romantik kişinin nefret ettiğidir. Ama o dünyanın gürültüsüne sırt çevirir. Etrafını yorumcular sarınca, o da onların ezici gücünden kaçar, sığınabilecek bir aralık bulur, dokuda bir yırtık bulur, etin yaralı yerini, adı konulmayan karanlık bir köşeyi. Tebaa olmaya katlanamaz Romantik kişi. Aptalların alayı ona isabet etmez. Uzakta ortalığı tenvir eden ateşin etrafında toplanan insan kümeleri vardır, onu ise oraya çeken hiçbir şey yoktur. Yükünü hafifletecek dualar okuyan odur, iyi bir şeyi ancak çok geç saatlerde ortaya koyabilir. Pencere veya bir kadeh camına sıcak nefesini üfler, parmak ucuyla bir hoşnutsuzluk kelimesi çizer, bir cüretkarlık kelimesi. Kağıdın üzerine şöyle yazar: Dumanın içinde dolandım, tarla kenarında durdum, dik bakışlarla aptal aptal çevreme baktım, maden para buldum çamurda, tabakasını kazıdım, matça pırıldayan bakır parçayı parlayana kadar perdahladım. Ve bu kayıt onu kurtarır, yoksa bugün her şey havaya savrulmuş olurdu.

    Her şey zafer coşkusu içerisindedir. Sadece hiçbir şeyi açığa vurmak istemeyen romantik kişi sessizliğini korumak ister. O dünyanın etini kemirerek aşağıya doğru ilerlemek istemez, dünyanın çürümüş temeline doğru, iskeleti görünene kadar. Gürültü öğütülmüş sessizliktir. Işık ışınlara dağılmış bir karadır. Züppeler tasasızdır, zamanın efendilerine tezahürat yapan bayram halkı da. Romantik kişi dışarıya çıkar, kenara geçer, yüzünü hayal kura kura solgun hale getirmiştir, ayak bileğini sürte sürte kanatmıştır, uykuda. Kum taneciklerinin ince şeritler halinde buz tutmuş olduğunu keşfeder. Oraya, bir çiçek kabından oluklara damlayan bir sızıntı olduğunun rüyasını görür, yoksa hakikaten vuku bulanı mı görür? Ay ışığıyla aydınlanan bu gecede yağmur onun siluetini siler; sabanda büzülmüş küçük bir hayvan ot sapını kemirir, başını yukarıya doğru gerer ve gökyüzünün yüksek bir yerinde can veren bir grilik, sulanır, leke leke olur, ıslak maymun burunları halini alarak dallarda topaklanır, o ise rüyasını görür, yoksa rüya görürken başka bir rüyaya mı geçer? Tökezleyen, düşen bir insan, romantik kişi budur. Onun hakkında şöyle denir: Evvel zamanın erguvani rengine müptela olmuş insanı, bizim zamanımız delirtecektir.

    Sendeletir onu, mizacındaki ölü budakların geriye bıraktığı deliklerden üfleyen kurnaz rüzgar. Çan sesi onu ürkütür, lafgüzarlık onu yıkar, büyük şeylerin tellallarından kendisini uzak tutar. Neyi haykırır romantik kişi? Şunu: Kemikleri çatlatabilen güce taparım ben… Bana dişler ve damak veren güce taparım. Pek kullanışlı olmayan küçük şeyleri bana aratan güce taparım. Bunlar bulanık bir ruhun sıhhatine kavuşma ve şifa bulma sözleri midir? Dilini mi kirlertir romatik kişi, istirham etmekten ve birşeye ağlamaktan söz ettiğinde?

    Onun değneğine bir tekme atmamalı mı, ve kafasına bir kağıt külah geçirilmemeli mi? Deliliği onu sıkıntılı birçok duruma sokar, onu dumandan bir figüre çevirir, kıvılcımlardan oluşan bir hayalete. Halkın eski şarkılarını söylemeyi arzu eder, ve bu olup bitenden sarsılmış olanların sevinçle haykırmaları gibi gelir insana. Romantik kişi kağıda şöyle yazar: terbiyesiz herifler, kül, tükürük ve çakıl taşlarının kırıklarını yoğurup gülle yaptılar, pazar meydanında birarada duruyorlardı, ama birşey yapmaya cesaret edemiyorlardı. Geçtim oradan. Merdivenin üzerinde tüküren güzel kızlar, nefeslerinin buharlı bulutlarını kapıyorlardı. Durdum. Alay ediyorlardı, ve ben gülüyordum… Peki neden gülüyordu? Çünkü onun hoşuna gidiyordu görkemin burkulması. Çünkü gözlerde büyütülen farelerin kralı çürüklük tarafından kemiriliyordu. Çünkü o kamufle olmuş bir kahindi: İnsanların işaretlerini deşifre edilebilirdi. Ama o, pıhtılaşmaları, su birikintisinin üzerindeki yağ tabakasını, kireç lekelerini ve küf gözlerini, cüruf kırıklarını, yolunmuş yosunları okuyordu. Bir yabancı kabilenin ata figürünü, telefon kulübesinin para çanağındaki centleri, kozalak pulu ve tohum kabuğunu, çatlatılmış sınır taşını, şapkadaki tüylü süsü, paslanmış alet edevatı okuyordu. Şunu okuyordu: İnsan bugün yaptıkları gelecektekiler için sadece mirastır. Şunu okuyordu: İnsan bulunmayan meydanlıkları ancak fettanlar sever.

    Romantik kişi, kendi kendine yetmez, toplar doğanın gücünü, öykünmek için, güç solumak için büyük infialine: Yiyen ve paramparça olanı kaldıran makinenin hayvani ağzına karşın. Tüm eskiyi ve eskimişi bertaraf eden modern enayilerin vızıltısına karşın. Ruhların bulunmadığı mıntıkalarda havlayan bir cehennem hayvanına benzer romantik kişi. Köşelere zıplayıp pırıldayan cam kırıkları bulan bir çocuğa. Dağınık bir amatör, onu kendisine çeken yerde ayaklanma ve girdap, ama mum ışığında yapılan içi boş iltifatların oğlancığı değil. Ona bazen karanlıktan dik dik bakar akılsızlığın hortlağı, o zaman karanlık beddualar etmek ister. Üst dudağında soğuk sofradan kalan son pilav tanesi yapışmış duruyordur, ya da pıhtılaşmış şekerli toz. Sonra alaycılar şöyle seslenir: Buraya bakın, bu bir genç öküzdür, kim onunla çift sürerse, yamuk evlekler açar!.. Ama romantik kişi titreyen bir tan ışığına doğru yürümeye devam eder, o kişinin kendisini tükettiği artçı muharebelerden çok şey öğrenmiştir. O artık nadiren halk önderlerinin maiyetinde bulunur. İnsan sürüsü zıkkımlanmak ister, liderler yönetmek, idealistler iyileştirmek ister. Ama o bir muammanın çözülmesini özlemez. Tarihin insanlar enkazına süpürülür, ona uygun olan da budur. Soluk bir kış gününde kağıda şöyle yazar: Kalın dalda eğri büğrü, ince bir dal gördüm, kuzeyi gösteriyordu, o zaman ben de o yöne doğru seyahat edeceğim ve orada başıma güzel şeyler gelecek.