Kolonya/Cologne alır mısınız?

Emine Medik

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Çocukluğumuzdaki bayram sabahlarını anımsamaya çalıştığımızda, ikram edilen şeker ve verilen harçlık dışında en çok hatırladığımız şeylerden biri hiç şüphesiz büyükler tarafından saçlarımıza damlatılan o birkaç damla kolonya olacaktır. Kokusuna en az hoş bir bayram sabahı heyecanı kadar aşina olduğumuz bu kendine has parfüm, kimi zaman şifa niyetine, kimi zaman ikram amaçlı, kimi zaman da sadece ferahlamak için kullanılır, ancak sebebi ne olursa olsun evlerimizin bir köşesinde mutlaka bulundurulur. O kadar bizdendir ki, çok uzaktan gelen bir misafir olduğu aklımıza gelmez bile.

    Anadolu insanına has bir koku olarak zihinlere yerleşmiş, belki de bu yüzden Türkiye’de elit kesim (!) tarafından son yıllarda biraz da küçümsemeyle bakılır olmuş olan kolonya, 130 sene önce parfümcü Ahmet Faruki tarafından getirilir Anadolu’ya. Bizlerin kullandığı şekliyle olan ismini de bu zamanda alır ve bu isim aslında bir şehrin (Köln’ün) başka bir dildeki adından başkası değildir. İtalyan parfümcü Johann Maria Farina, Köln’de icat ettiği parfümü yeni yurdu olarak kabul ettiği memlekete armağan olarak Eau de Collogne, yani Köln suyu olarak adlandırmıştır. Özel hazırlanmış ağır ve pahalı parfümlerden bıkmış Avrupalı da, gül kokusuna aşina Osmanlı da çabuk kabullenir kolonyayı. Buluş sahibi Farina’nın yağmur sonrası bir İtalyan sabahına benzettiği parfüm zamanında Goethe ve Napoleon gibi meşhur isimler tarafından da çok beğenilir.

    Günümüzde oldukça yoğun bir yabancı, bilhassa Müslüman nüfusa sahip olan Köln şehri, çoğumuzun evinde bulundurduğu ve hakkında neredeyse hiçbir şey bilmediği kolonyadan farksızdır aslında, tıpkı kolonya gibi bu şehir hakkında da çok az şey biliriz ne yazık ki. Ren (Rhein) nehrinin kenarında devasa ve bizler gibi İslam mimarisindeki açık renkli ve ferahlatıcı yapılara alışkın olanlar için, biraz da ürkütücü olan Köln Katedrali (Kölner Dom) hariç neredeyse hiçbir şey bilmeyiz bu miladi senelerde temelleri atılmış olan tarihi şehir hakkında. Oysa ki Sultan Vahdeddin’in heyetinde yer alan bir kurmay olarak 1917 yılının Aralık ayında Mustafa Kemal Atatürk’ün de ziyaret ettiği, İstanbul’un ise 1997’den beri kardeş şehri olan Köln şüphesiz görülmeye değer, yapımı 600 sene sürmüş bu görkemli katedral dışında pek çok ilginç ayrıntıyı barındırır coğrafi ve tarihi sınırlarında.

    Özellikle II. Dünya Savaşı’nın yol açtığı yıkım nedeniyle yeni ile eskinin içiçe olduğu şehir yapısı bize sadece birkaç yüzyıl öncesine ait yapılarını değil, milattan birkaç yüzyıl sonrasından kalan, restore edilmiş ve mimarlık tarihi açısından önemli yapıları da sunar. 50-60 senelik bir binanın yanında 1800 senelik bir kule görüyorsanız, örneğin Roman Kulesi gibi, hiç şaşırmayın! Bu Köln’de olduğunuzun alametlerinden sadece biri demektir. Churchill`in “Önce biz yapılarımızı şekillendiriyoruz, sonra da onlar bizi‘‘ sözünü tasdik edercesine renkli ve çeşitli mimari unsurlara sahip olan şehir, çok uzun müddet yoğun bir Katolik çoğunluğa sahip olmasına rağmen, günümüzde yine oldukça zengin bir nüfus çeşitliliğine sahiptir. Geleneksel karnavallar gibi etkinlikler ile her yıl iki milyona yakın turisti de kendine çeken şehir, tarih boyunca insanlığa yön veren önemli düşünürleri de bağrından çıkarmıştır.

    Uzun yüzyıllar çevre şehirler için bir ticaret merkezi olma pozisyonunu koruyan, aynı zamanda kilise için daima önemli olmuş bu şehir, zamanının büyük zekalarını da adeta mıknatıs gibi kendisine çekmiştir; evrensel bilgin olarak bilinen Albertus Magnus, onun öğrencisi Akinolu Thomas (Thomas von Aquin), daha çağdaş isimlerden Almanya eski Başbakanı Konrad Adenauer, yazar Hans Böhm, Heinrich Böll ve daha niceleri Köln’ün insanlık mirasına kazandırdığı isimlerdendir.

    Bir şehri tanımak en çok o şehrin ‘‘şehirliler’’ini tanımakla mümkündür. O yüzden şehrin yetiştirdiği büyük zekalara biraz daha yakından bakmak esasen şehir hakkında da bize çok şey söyleyecektir. Köln’ün belki de en çok sahiplendiği, zamanının büyük bilgelerinden olan ve İslam felsefesinin yaşadığı dönem için önemini farkedip, bu geleneğin Hristiyan çevrelerde de kavranması yolunda ilmî çaba harcayan Albertus Magnus, malum olduğu üzre, sadece felsefe üzerinde değil, aynı zamanda hukuk, doğa bilimleri ve teoloji üzerinde de durmuş (ki dönemi için hepsi felsefenin alt dalları mesabesindedir) ve çağının tüm ilimlerini sınıflandırmaya çalışmıştır. Aristotelesçi bir filozof olarak bilinen Magnus, ‘‘De Animalus“ (Canlılar Üzerine) isimli kitabında en küçük canlılara dahi yer ayırır ve bunu; en aşağı hayvanların bile araştırılmayı hakkettiğini, çünkü onların çeşitliliğinde Yaradan’ın sanatının gizlendiğini ve ancak bu araştırma sayesinde yüce sanatkar olan Yaradan’a övgünün hak ettiği şekilde gerçekleşeceğini belirterek açıklamıştır. Hiç şüphesiz, kitabında sinek kanadını dahi örnek olarak vererek, ayetleri arasında zikreden Allah’a (c.c.) inanan Müslümanlar için Magnus’un bu vurgusu özellikle anlamlıdır.

    Albertus Magnus’un bir dönem öğrencisi olan ve Magnus’un tezgahından geçmek için uzun bir süre Köln’de yaşayan Akinolu Thomas ise bilindiği gibi felsefe tarihinde çok daha önemli bir yere sahiptir. Aynı şekilde Aristocu bir filozof olan Thomas, Aristoteles’in neredeyse tüm eserlerine şerhler yazmış ve eserlerinde, tarihe Şarih (yorumcu) olarak geçen ünlü Müslüman filozof İbn Rüşd’ten çok faydalanmıştır. Etienne Gilson’un Akinolu Thomas ile ilgili yapmış olduğu tespit, bu noktada zikredilmeye değerdir: Aquinas, Aristo metinlerinin kapalı ve müphem kısımlarını anlayabilmek ve yorumlayabilmek için sürekli olarak İbn Rüşd şerhlerine başvurmak durumundaydı.

    Aristo’nun hemen her eserine şerhler yazmış olan Akinolu Thomas buna mukabil Eflatun’u, değindiği tüm yazılarında eleştirmiştir. Bunun temel nedeni Akinolu Thomas’ın da Aristo gibi varlığın gerçek ideaların gölgelerinden ibaret olduğu kanısına katiyetle katılmamasıdır, çünkü ona göre fiziksel evren, olabilecek en yüksek mükemmelliğin yakalandığı yerdir, sadece yüksek ideaların kopyası ya da gölgesi değil.

    Köln de fiziksel evrende yakalanmış olan mükemmelliğin örneklerinden biridir belki de… Ya da Heinrich Böll’ün ifadesiyle; Köln mükemmel değildir, ama kusursuzdur, o kusursuz Köln’dür…“ (Köln ist nicht perfekt, aber vollkommen, es ist vollkommen Köln…)

    Kolonya ikram edenleriniz bol olsun efendim!